• Sayın Üyeler,

    Site görünümünün gündüz açık renk tema, gece koyu renk tema olacak şekilde otomatik değişmesini sağlayan bir düzenleme yapılmıştır. Görünümün otomatik değişmesini istemiyorsanız, bu ayarı hesap tercihlerinizden kolaylıkla değiştirebilirsiniz. Açık/Koyu temalar arasında ki geçişin otomatik olmasını istemeyen üyelerimiz üst menüde yer alan simgeler yardımıyla da kolayca geçiş yapabilirler.

    Site renklerinin günün saatine göre ayarlanmasının göz sağlığına faydaları olduğu için böyle bir düzenleme yapılmıştır. Fakat her üye görünüm rengini tercihine göre kullanmaya devam edebilecektir.

Deniz ortamlarının kirlenmesinde karasal kaynaklı kirleticilerin önemi

Fatih Özcan

Site Kurucusu
Katılım
7 Aralık 2008
Şehir
Yurt Dışı
Firma
ABL Group
DENİZ ORTAMLARININ KİRLENMESİNDE KARASAL KAYNAKLI KİRLETİCİLERİN ÖNEMİ, TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ’NDE YÜRÜRLÜKTE OLAN MEVZUATIN KARŞILAŞTIRILMASI


THE IMPORTANCE OF LAND BASED POLLUTANTS IN THE POLLUTION OF SEA ENVİRONMENT, AND COMPARING OF THE DIRECTIVES IN TURKEY AND EUROPEAN UNION

Ayça ERDEM * , Bülent TOPKAYA **

* Akdeniz Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Çevre Bilimleri ABD, Antalya

** Akdeniz Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, Antalya


ÖZET

Deniz suyu kalitesi, turizmden yüksek gelir sağlayan ülkemiz için oldukça önemlidir, ancak kıyı bölgelerimiz , özellikle Ege ve Akdeniz, karasal kaynaklı kirleticiler; akarsular ve denize deşarj edilen atık sular ile yoğun bir şekilde kirletilmektedir. Her ne kadar kirliliğin etkisini azaltmak ve kontrol etmek için turizm bölgelerinde atık su arıtma sistemleri kullanılıyorsa da, akarsuların su toplama havzasından taşıdıkları kirleticilerin kontrolü son derece güçtür. Havza sınırları ile idari sınırların farklı olması su kalitesinin kontrolünü ve yönetmeliklerin uygulanmasını zorlaştırmaktadır.

Ülkemizde ve Avrupa Birliği kapsamında karasal kaynaklı kirlenmenin önlenmesi amacıyla yürürlükte olan yönetmeliklerin uygunluk içerisinde olması gerekmektedir.

Bu çalışmada; deniz ortamlarının kirlenmesinde karasal kaynaklı kirleticilerin önemi belirtilmiş, ülkemizde ve Avrupa Birliği'nde yürürlükte olan yönetmelikler alıcı ortam ve arıtma verimi kriterleri açısından karşılaştırılmıştır.


Anahtar kelimeler: Karasal kaynaklı kirlenme; deniz suyu kalitesi; yönetmelik


ABSTRACT

Sea water quality is rather important for our country which has a high income from tourism, on the other hand in coastal zones, especially Ege and Akdeniz, are polluted by land based pollutants; waste water discharges and rivers. In order to mitigate and control the impact of pollution in tourism areas, waste water treatment systems are used, but it is rather difficult to control the pollutants coming from drainage areas carried by rivers. The fact that drainage and administrative borders are not identical; makes the controlling of water quality and application of the directives more complicated.

The directives in use both in Turkey and European Union for conservation of coastal waters from land based pollution should be similar.

In this paper; the importance of sea water pollution by land based pollutants is mentioned, and the directives being in force both in Turkey and European Union are compared from the point of view of receiving environmentand treatment efficiency criterias.

Keywords: Land based pollution, sea water quality, directives


GİRİŞ

Ülkemizin kıyı bölgeleri, özellikle Ege ve Akdeniz, son yıllarda yoğun turizm yatırımlarına sahne olmuştur. Ülke ekonomisinde önemli bir yere sahip olan turizmin bu özelliğini gelecek yıllarda da taşıyabilmesi çevresel açıdan bazı şartlara bağlıdır. Bunlar arasında en önemlisi hiç şüphesiz deniz suyu kalitesidir. Kıyı bölgelerine mavi bayrak verilmesi, bu olgunun uluslararası ölçekte kanıtlanması amacıyladır.
Kıyı bölgelerimiz, denize deşarj edilen atıksular ve akarsular vasıtasıyla yoğun bir şekilde kirlenmektedir. Ülkemizde turizm açısından önemli bölgelerinde atıksular genellikle arıtıldıktan sonra denize deşarj edilmektedir. Ancak kıyı bölgelerine karışan akarsuların, su toplama havzasından taşıdıkları kirleticilerin kontrolü son derece güçtür. Zira her ne kadar ülkemizde alıcı ortamların su kalitesinin korunması amacıyla geliştirilen deşarj standartları bulunuyorsa da, havza sınırları ile idari sınırların farklı olması bu yönetmeliklerin uygulanmasını ve önlem alınmasını zorlaştırmaktadır.

Avrupa Birliği kapsamında ise özellikle son 10 yılda kıyı bölgelerinin karasal kaynaklı kirleticiler ile kirletilmesini önlemek amacıyla bir dizi yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikler uyarınca, üye ülkelerin teklifleri doğrultusunda; hassas, normal ve az hassas bölgeler oluşturulmuş ve her bölge için farklı deşarj standartları oluşturulmuştur. Bunların yanı sıra deniz suyu kalitesi bir dizi parametre bazında sürekli izlenmekte ve elde edilen veriler internet aracılığı ile yayınlanarak o bölgeyi ziyaret etmek isteyenlerin bilgisine sunulmaktadır.

Avrupa Birliği’ne girme aşamasında olan ve gelirinin önemli kısmını deniz turizminden elde eden ülkemizde de mevcut yönetmeliklerin Avrupa Birliği ile uygunluk içerisinde olması gerekmektedir.

Bu çalışmada deniz ortamlarının kirlenmesinde karasal kaynaklı kirleticilerin öneminin belirtilmiş, ülkemizde ve Avrupa Birliği’nde yürürlükte olan yönetmelikler, alıcı ortam ve arıtma verimi kriterleri açısından karşılaştırılmıştır.


1. DENİZ VE KIYI ALANLARININ KİRLENMESİ

Ülkemiz dört adet deniz tarafından çevrelenmekte olup, kıyı uzunluğu 8362 km olarak verilmektedir. Ülkemizde idari açıdan 80 il ve doğal olarak ise 26 adet su toplama havzası bulunmaktadır. Bu illerden 26 tanesi ile su toplama havzalarından 19 tanesinin denize kıyısı vardır. Dolayısıyla söz konusu havzalardan drene edilen kirleticilerin son alıcı ortamı denizler olmaktadır (1). Karasal kaynaklı kirleticilerin kontrol altında tutulmasında alınması gereken önlemler Çevre Kanunu’nda belirtilmektedir. Önlemlerin denetimi Çevre Bakanlığı’nın sorumluluk alanına girmektedir. Bu bakanlık iller bazında örgütlenmiş olup, il merkezlerindeki en etkili birim Mahalli Çevre Kurulları’dır. Bu kurulların başkanı illerdeki en büyük mülki amir olan valilerdir ve söz konusu il sınırları içinde geçerli olan kararlar alabilmektedir. Bu sınırlar ile doğal sınırların birbirinden farklı olması sonucu aynı akarsu havzasında denetim ve yaptırım gücü ile donatılmış birden fazla mülki amir bulunmakta ve dolayısı ile planlama ve uygulamada problemler yaşanmaktadır.

Karasal kaynaklı kirleticiler deniz ve kıyı alanlarının kirlenmesinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin; 1992 yılında Karadeniz'e dökülen Tuna Nehri 9.8x106 ton organik madde, 0.575x106 ton inorganik azot, 0.133 x106 ton fosfor ve 0.233 x106 ton ağır metal içeren kirlilik taşınmıştır. İstanbul, her ne kadar Marmara Bölgesi'nin sınırları içerisinde bulunuyorsa da; Karadeniz'e İstanbul'dan deşarj edilen atıksu miktarı 1998 yılı verilerine göre yaklaşık 2 x106 m3'tür. Bu değerin 2010 yılında 3.1 x106 m3, 2020 yılında ise 4 x 106 m3 değerine ulaşacağı tahmin edilmektedir (2).


Yapılan araştırmalar sonucunda Karadeniz'e dökülen akarsuların taşıdığı kirlilik yükünün toplam kirlilik yükünün yaklaşık % 90- 95'ni oluşturduğu hesaplanmıştır (1).

1985- 1990 yılları arasında 38 belediye, 44 sanayi tesisi, 13 enerji santrali ile 3 akarsu aracılığı ile Karadeniz'e taşınan kirlilik yükleri tablo 1.1'de verilmiştir.


Tablo 1.1. Karadeniz'e taşınan kirlilik yükleri (ton/ yıl) (2).
1.png
Marmara Denizi, ülkemizin en yoğun nüfus ve endüstri yerleşimlerini kıyılarında barındırması nedeniyle kirlenme açısından oldukça kritik bir duruma gelmiştir. Özellikle İstanbul Boğazı ile İzmit Körfezi en yoğun kirletilen bölgeler olurken, Gemlik ve Bandırma Körfezleri ise kirlilik açısından hızla tehlikeli boyutlara ulaşan bölgeleri oluşturmaktadır.

Marmara Denizi'nin genel olarak kirlenme nedeni endüstriyel atıksular olup, yaklaşık yılda 8x108 m3 atıksu denize deşarj edilmektedir. Marmara'ya atıksulardan yılda yaklaşık 158000 ton BOI, 370000 ton KOI, 40050 ton azot ve 7760 ton fosfor formları şeklinde kirlilik gelmektedir (1).

İzmit Körfezi, Marmara Denizi'nin en kirli bölgelerinden biridir. Yaklaşık 400000 nüfuslu İzmit'in evsel atıksuları ile 120'nin üzerinde sanayi kuruluşunun atıksuları doğrudan veya irili ufaklı 63 kuru dere vasıtasıyla körfeze taşınmaktadır. Bunun sonucunda şehirde, özellikle yaz aylarında koku problemi meydana gelmektedir (1). 1985- 1990 yılları arasında İzmit Körfezi'nde belirlenen 11 istasyondan elde edilen ortalama kalite parametreleri tablo 1.2'de verilmiştir.


Tablo 1.2. İzmit Körfezi Ortalama Kalite Parametreleri (mg/ L) (1).
2.png

Ege Denizi'ne; kıyı çizgisi boyunca yedi akarsu, irili ufaklı evsel, turistik ve endüstriyel yerleşim bölgesi olmak üzere toplam 15 adet noktadan atıksu deşarjı yapılmaktadır. Kirliliğin yoğun olarak görüldüğü İzmir Körfezi; evsel ve endüstriyel atıksular, körfezin su toplama havzasından taşınan kirleticiler ile körfeze ulaşan dereler ve Gediz Nehri vasıtasıyla yoğun bir şekilde kirletilmektedir. Gediz Havzası, her ne kadar tarım ve yerleşim alanlarını içermesinden dolayı dağınık bir kaynak olarak görülse de, nehrin getirdiği yüklerin körfeze tek bir noktadan girmesi nedeniyle körfez açısından noktasal bir kaynak olarak yorumlanabilmektedir (1).

İzmir Körfezi'ne çeşitli kaynaklardan gelen kirletici yükleri sonucunda; iç körfezde ve kıyı kesimlerinde oksijen eksikliği, yüksek organik madde, nütrient (azot, fosfor), patojen mikroorganizma konsantrasyonu ve yüksek ötrofikasyon meydana gelmektedir (1). Elde edilen sayısal değerler tablo 1.3'te verilmiştir.


Tablo 1.3. İzmir Körfezi'ne gelen kirlilik yükleri (ton/ yıl) (1).
3.png

Akdeniz yarı kapalı bir deniz özelliği taşıması ve kıyılarındaki nüfus yoğunluğu nedeniyle kirlenmeye açık bir denizdir. Özellikle kuzeydoğu Akdeniz'de kirliliğin ana nedeni olan karasal kaynaklı kirleticilerin tamamına yakını ülkemizden dökülen akarsular tarafından taşınmaktadır (1). Buna ilişkin tahmini yıllık kirletici miktarları tablo 1.4'te verilmiştir.


Tablo 1.4. Kuzeydoğu Akdeniz'e taşınan karasal kökenli kirletici yükleri

(ton/ yıl) (1).
4.png

Akdeniz genelde temel besin tuzları yönünden fakir olarak bilinmektedir, ancak iç bölgelerden toplanan kirleticilerin sürekli olarak denize deşarj edilmesi bu durumun kısa bir süre içinde değişmesine neden olacaktır. Yaz aylarında yoğun turizm nedeniyle turistik tesislerden deşarj edilen atıksular, şu anda deniz suyu kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır. Bunun yanında endüstriyel bölgelerin oluşturulması ve bu bölgelerden verilen atıksular da Akdeniz için bir tehdit unsurudur. Ayrıca tarım bölgelerinde yoğun olarak kullanılan gübre ve pestisitlerin akarsular vasıtasıyla Akdeniz'e taşınması bu olgunun kısa sürede değişeceğinin bir göstergesidir.


2. TÜRKİYE'NİN TARAF OLDUĞU ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER


Uluslararası düzeyde ülkemiz, imzaladığı sözleşmeler ile belirli taahhütler altına girmiştir. Bunlardan en eskisi 1976 yılında Barselona'da imzalanan ve 1981 yılında yürürlüğe giren "Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunmasına Ait Sözleşme"dir. Barselona Sözleşmesi olarak bilinen bu sözleşme dört adet protokol içermektedir. Bu protokollerden üçüncüsü 1987 yılında yürürlüğe giren "Akdeniz'in Kara Kökenli Kaynaklardan Kirlenmeye karşı Korunması Protokolü"dür (3).

Bu sözleşmenin VIII. Maddesinde karalardan gelen kirlenme ele alınmaktadır. Bu madde de; "Taraflar, Akdeniz Saha'sında kendi sınırları içinde bulunan alanlardan ırmaklar aracılığı ile dökülen, kıyılarda bulunan kuruluşlar veya mahreçler yoluyla veya karada bulunan herhangi bir kaynaktan dışarıya akan kirliliği önleme, azaltma ve kirlenmeyle mücadele etme konularında bütün uygun tedbirleri alırlar" denilmektedir (3).

Protokolün amacı, Akdeniz Bölgesi'nin nehirlerinden, kara kökenli kaynaklardan gelecek kirlenmeleri kısmen veya tamamen denetlemek, önlemek veya izole etmek için uygun görülen tüm tedbirlerin alınmasıdır. Bu kapsamda protokolün 1 nolu ekinde yer alan maddelerin protokol alanından tamamen arındırılması; 2 nolu ekinde yer alan maddeler nedeniyle protokol alanında oluşabilecek kirliliğin önlenmesi öngörülmektedir (3).

Denizleri karasal kaynaklı kirleticiler ile kirletilmesi Avrupa Birliği Mevzuatında önemli bir yer tutmaktadır. Avrupa Birliği'ne üye ülkeler bölgesel planlamalar üzerinde doğrudan yetkili olmamakla birlikte kıyı bölgelerinin korunması amacıyla 1983'te yayınlanan "Avrupa Kıyı Bildirgesi"ni takiben bir dizi girişimde bulunmuştur. 1992 yılında Avrupa Parlamentosu'nda karara bağlanan "Beşinci Çevre Aksiyon Planı 1993- 2000" ile Entegre Kıyı Yönetiminin temel ilkeleri kararlaştırılmış ve bu konu ile ilgilenmek üzere özel bir birim oluşturulmuştur. Bu birimin çalışması; kıyı bölgelerinde büyük kısmının karşı karşıya olduğu insan kaynaklı kirlilik ve bozulma problemlerine çözüm bulmak üzerine yoğunlaşmaktadır.

Ülkemizin uluslararası düzeyde taraf olduğu bir diğer sözleşme de 1994 yılında yürürlüğe giren "Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi"dir. Bu sözleşmenin "Karadeniz Deniz Çevresinin Kara Kökenli Kaynaklardan Kirlenmeye Karşı Korunmasına Dair Protokol"ünün I. Maddesinde; "Sözleşmenin VII. Maddesine uygun olarak Akit taraflar, Karadeniz'de kendi ülkelerinde nehirler, kanallar, kıyı tesisleri, diğer suni yapılar, deniz deşarjı ve yağmur suyu veya atmosfer yoluyla taşınanlar da dahil olmak üzere herhangi bir kara kökenli kaynaktan çıkanlar gibi kara kökenli kaynaklardan yapılan deşarjlarla kirlenmesinin önlenmesi, azaltılması ve kontrolü için gerekli tüm tedbirleri alacaklardır" denilmektedir (3).

Protokolün amacı, Karadeniz Bölgesi'nin nehirlerinden, kara kökenli kaynaklardan gelecek kirlenmeleri kısmen veya tamamen denetlemek, önlemek veya izole etmek için uygun görülen tüm tedbirlerin alınmasıdır (3).


3. TÜRKİYE VE AVRUPA BİRLİĞİ'NDE YÜRÜRLÜKTE OLAN YÖNETMELİKLER


Avrupa Birliği'ne taraf ülkeler akarsular yoluyla gelen karasal kaynaklı kirlenmenin ve diğer atıksu deşarjlarının deniz ortamlarına yapacağı kirliliğin azaltılması ve/veya önlenmesi amacıyla iki adet yönetmelik yürürlüğe konulmuştur. Bu yönetmeliklerin ilki 1976 yılında yürürlüğe giren “Kullanma Suyu Kalitesi Yönetmeliği (Directive of Bathing Water Quality)”dir. Bu yönetmelik 14 ana maddeden ve sınır değerleri içeren bir adet ekten oluşmaktadır (4).

Avrupa Birliği’nde uygulanan diğer yönetmelik ise 1991 yılında yürürlüğe giren atıksuların arıtılması ile ilgili olan “Directive of Urban Waste Water Treatment”tir. Bu yönetmeliğe göre üye ülkeler deniz ortamlarının korunması amacıyla hassas, az hassas ve normal bölgeler olmak üzere üç tip bölge belirlemişlerdir. Ülkelerin nüfus özelliklerine göre arıtma ve deşarj standartları oluşturulmuştur (5). Bu standartların sağlanması için belirli bir uygulama takvimi verilmiştir. Üye ülkeler; örneğin, nüfusu 10000’e kadar olan hassas bölgelerde uygulanan arıtma sistemini 2005 yılına kadar bir üst kademe arıtma sistemine geçirilmesini taahhüt etmiştir (6).

Ülkemizde ise genel su kalitesinin korunması amacıyla “Su Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği” uygulanmaktadır. Bu yönetmeliğe göre sular; yüksek kaliteli, az kirlenmiş, kirlenmiş ve çok kirlenmiş su olarak dört sınıfa ayrılmış ve su kalitesinin korunması amacıyla kalite kriterleri geliştirilmiştir (7). Ülkemizde ve Avrupa Birliği ülkelerinde uygulanan deniz suyu kalitesi kriterleri Tablo 3.1’de verilmiştir.


Tablo 3.1. Avrupa Birliği ve Türkiye’de Uygulanan Su Kalitesi Kriterlerinin Karşılaştırılması.

6.png
I :Yüksek Kaliteli Su
II :Az Kirlenmiş Su
III :Kirlenmiş Su
IV :Çok Kirlenmiş Su

G = Tavsiye Edilen Değer , I = Sınır Değer
(0) İstisnai olarak meydana gelebilecek jeolojik ve meteorolojik şartlardan dolayı sınır değerlerin aşılması durumunda yürürlüğe girer.
(1) Önceki yıllara ait örnek sonuçlarının belirlenen kriterden daha iyi olması durumunda, ilgili birim tarafından numune alım sayısı 2 katı kadar azaltılır.
(2) Kullanım alanının kontrolü sırasında herhangi bir yabancı maddenin veya su kalitesinde belirgin bir bozulmanın görülmesi durumunda ilgili birim tarafından konsantrasyonlar kontrol edilir.

SONUÇ

Türkiye kıyı bölgeleri; hızla artan nüfusa paralel olarak şehirleşme ve sanayileşmenin de etkisiyle hızla kirlenmektedir. Özellikle karasal kaynaklı kirletici taşıyan akarsular ile her geçen yıl denizlere gelen kirlilik artmaktadır. Akdeniz kıyılarında yapılmış olan bir çalışmada karasal kaynaklı kirleticiler nedeniyle inorganik fosfat konsantrasyonun 20 kat, toplam fosfor konsantrasyonun 90 kat, inorganik azot konsantrasyonun 1.5 kat ve toplam azot konsantrasyonun 5 kat arttığı belirtilmektedir. (8).

Karasal kaynaklı kirleticiler nedeniyle denizlere taşınan kirlilik sürekli artmakta, yürürlükte olan kanun ve yönetmelikler bu hızlı artışın engellenmesinde yetersiz kalmaktadır.

Kıyı bölgelerimizin kirlenmesi ile etkili mücadele edebilmek için planlama, uygulama ve denetimin mutlak suretle havza bazında yapılması gerekmektedir.


KAYNAKLAR

(1) Türkiye Çevre Vakfı (TÇV), 1999. “Türkiye’nin Çevre Sorunları”, Türkiye Çevre Vakfı Yayını, Ankara, 464 ss.

(2) Global Environmental Facility (GEF), 1998. “Black Sea Environmental Priorities Study- National Report of Turkey”, İstanbul, 176 pp.

(3) T.C. Çevre Bakanlığı, 1998. “Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Sözleşmeler”, T.C. Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara, 554 ss.

(4) European Union, 1976. “Bathing Water Quality, Directive 76/ 160/ EEC”, Water Quality in the European Union,
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
.

(5) European Union, 1991. “Urban Waste Water Treatment, Directive 91/ 271/ EEC”, Water Quality in the European Union,
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
.

(6) European Union, 1991. “Urban Waste Water Treatment, Directive 91/ 271/ EEC, Deadlines”, Water Quality in the European Union,
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
.

(7) Türkiye Çevre Vakfı (TÇV), 1995. “Türkiye Çevre Mevzuatı”, Türkiye Çevre Vakfı Yayını, Ankara, 775- 832.

(8) Yılmaz, A., Salihoğlu, İ., Yemenicioğlu, S., Tuğrul, S., Baştürk, Ö., Yayla, M., 1998. “Akdeniz Kıyılarında Karasal Kaynaklı Kirlenmenin Boyutu ve Canlılara Etkisi”, Türkiye’nin Kıyı ve Deniz Alanları II. Ulusal Konferansı, Türkiye Kıyıları Konferansı Bildiriler Kitabı, Ankara, 665- 673.

(9) Güngör, E., 1998. “Kıyı Yönetiminde Mavi Bayrak Projesinin Önemi”, Türkiye’nin Kıyı ve Deniz Alanları II. Ulusal Konferansı, Türkiye Kıyıları Konferansı Bildiriler Kitabı, Ankara, 137- 142.
 
Üst