• Sayın Üyeler,

    Site görünümünün gündüz açık renk tema, gece koyu renk tema olacak şekilde otomatik değişmesini sağlayan bir düzenleme yapılmıştır. Görünümün otomatik değişmesini istemiyorsanız, bu ayarı hesap tercihlerinizden kolaylıkla değiştirebilirsiniz. Açık/Koyu temalar arasında ki geçişin otomatik olmasını istemeyen üyelerimiz üst menüde yer alan simgeler yardımıyla da kolayca geçiş yapabilirler.

    Site renklerinin günün saatine göre ayarlanmasının göz sağlığına faydaları olduğu için böyle bir düzenleme yapılmıştır. Fakat her üye görünüm rengini tercihine göre kullanmaya devam edebilecektir.

Çevre mühendisleri için hayvanlı hikayeler

ikbalikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Temmuz 2016
Firma
-
Bugün yazdığım yazıyı paylaşacak başlık bulamadım. Belki bu başlık onaylanmayacak, yine de şansımı denemek istiyorum. Özellikle tanışma konusu altına açtım, çünkü daha uygun bir konu bulamadım forumda. İnsan kendini diğerlerinin davranışlarından görür. O yüzden, diğerleri bana ayna. Bu başlık altında hikayeleştirerek mesleki deneyimlerimi, düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Öbür konulara uymuyor bu, zaten meslektaşlarım oldukça yoğunlar, çalışma saatleri çok fazla. Bir çoğu okuyamayacak zaten, cumartesi günleri bile çalışıyorlar. Yani mühendis oldukları halde ha bire çevre il müdürlüğü, sanayi ve şirketleri arasında mekik dokuyorlar. Bir gün gerçekten mühendislik yapabilecekleri çalışma ortamları için her birine dua ediyorum.
--------------------------------------------
BİR TAVŞANIN DÜŞÜNCELERİ

Tavşan "amacıma ancak çevre vasıtasıyla ulaşabilirim" dedi. Yani eğer etrafımda benim ulaşmak istediğim şeye sahip olan tavşanlar varsa, o şeye karşı özlem duymaya başlarım. İyi tavşanlar arasında olursam iyi, kötü tavşanlar arasında olursam kötü olurum. Bu arada, aslında sahip olduğum, doğuştan getirdiğim temel niteliklerim değişmez. Sadece kullanma biçimim değişir.
Bir kişi öyle bir toplumda olur ki katil, bir kişi öyle bir toplumda olur ki çok yetenekli bir kasap, bir kişi öyle bir kişi olur ki yetenekli bir cerrah.
Biz tavşanlar, sadece içinde bulunduğumuz tavşan toplumunun bir yansımasıyız.
Beğenmediğimiz, vahşi bulduğumuz her olay, konu, tavşan bize nasıl bir toplumda yaşıyor olduğumuzu gösterir. Ve bir tavşanın kendisi bundan asla bağımsız değil. Sorumsuz ise hiç değil. Eğer bugünümü de kurtardım, havucum var şükür deyip, güvenli olduğumu düşündüğüm emek emek eşeleyip oyduğum yuvama çekiliyorsam, kendi eksiklerime, çalışmam gereken asıl alanlara gözlerimi kapatıyorum demektir.
Sadece etrafımızdaki tavşanları seçme hakkımızı iyi kullanmamız gerekiyor. O yüzden "iyi muhit" denen yerlerde yuvalar pahalı. Tabi ultra lüks, gereksiz derecede büyük yuvalardan bahsetmiyorum. Suç oranlarının en alt seviyede, düşük olduğu, tavşanların birbirlerine yardım etmede, havuç paylaşma ve yetiştirmede ve sosyal ilişkilerinde sağlıklı olduğu, doğal gıdalarla ve doğa ile birleşik yaşadığı, arkadaşları ve çevresi için faydalı bir üretimde bulunduğunda, arkasından zaten karlılığın geleceğini bilen tavşanların arasında yaşama tercihidir bu. Şimdilik pahalı, ama isteyen her tavşanın ulaşabileceği bir yuvalar ağı sistemi hayal ediyorum.
Gerçekten başka tercih edebileceğim bir şey de yok. Tanrı korusun, öbür türlü tavşanlar kişiyi zamanla kendisine benzetir, en iyi ihtimalle kötüyü kanıksamış, kötüye tepkisiz, zayıf bir tavşanın elinden güçlü bir tavşan tarafından havucunun alınmasına tepkisiz tavşanlar haline geliriz.
Aslında günümüzde çok şanslıyız. Çünkü sosyal medya ortalama bir doğru çevreyi akıllı davranırsak tüm tavşanlara sağlayabilir. Böylece bahsettiğim çevreyi arayan, böyle tavşanlarla bir arada olmak isteyen tavşanları bir araya getirebilir. Bunun için her gün bu istekte olduğunu paylaşmak işe yarar.
İyi bir çevrede olmamız gerek.
O yüzden tüm tavşanlar kendi anladığına göre de olsa, en hayvani temel seviyede de olsa, birlik duygusunu yaşayabileceği ortam için elinden geleni yapmalı. Aklı alabildiği kadar aktif olmalı. Nasıl yapacağını bilmeyenlerin hepsi, iş başında öğrendi.
Bunlar üzerinde çalışırken, düşünürken bir sürü engel çıkacak. Ne zaman bir engelle karşılaşsan olup biten her şeyin iyi olduğuna, mutlaka iyi bir sonuca bağlanacağına dair umudun olmalı. Böyle bir tutuma ihtiyacın var. Peki bu topraklar senden ne istiyor?

Kendisiyle doğru bir iletişimde olmanı. En güzel hisler ve yaşam koşullarıyla aranda sadece iyi tavşanların oluşturduğu bir topluluk var. Eğer böyle tavşanlar, aralarındaki ilişkinin amacını daima gözleri önünde tutarlarsa, her yaptıkları iş ve harekette bu amaca göre davranmayı birbirlerine örnek olarak öğretirlerse, belki 1000 kez tökezleyecekler, gözlerine karanlıkta fener tutulacak, ama hiç bir çaba göstermeyen tavşan topluluklarına göre çok daha hızlı amaçlarına ulaşacaklar.
Büyük engeller, rahatsızlıklar ortaya çıkacak ama ilerlememiz lazım değil mi?
Tüm iyilik olsun diye yaptıklarımız yok olabilir, özene bezene birbirimiz için oyduğumuz yuvaların ağzını tıkayacak kum fırtınaları çıkabilir, yine de devam etmeliyiz.
Genelde değişim içeren bir şey yapılmaya çalışılınca her başarısızlıkta artan sayıda "eski halimiz daha iyiydi" sesleri yükselir. Burada sıkı tutunmak lazım. Siz kendinize inanmazsanız kim size inanır?

Yani kötülüğün üzerinde hareket etmeli. Çalıştığım oyma malzemelerini önce ateşten, sonra sudan geçirmem gerek, ki bu malzemeler diğerlerinin yuvalarını açıp havuçla doldurmak için hazır hale gelsin.

Daha önce kuru ve sert topraklar üzerinde onlarca yıl çalışmış tavşan grupları varmış. İnşa ettikleri yaşam alanları tam iki kere yıkılmış, bir kere de bulundukları yerden uzaklaştırılmışlar.
Rahat nefes alıp birbirleri için organik gıdalar yetiştirebilecekleri yerin inşasına 3. kez başlayacak tavşanlar olmalı. Bir tarafını yapıp, öbür tarafı yıkılıyor olsa bile, gün be gün sabit olan arkadaşlarla değişen arkadaşların ortak işinin sonucu ortaya çıkar.
Burada neler neler öğrenirler. Domates çekirdeğini çimlendirmeyi, soğan fidelerini ekmeyi, limon çekirdeğinden fidan yapmayı, güneş enerjisini, yağmur suyunu içme suyuna çevirmeyi... Ama bunları hep arkadaş tavşanlar için yapmayı.
Sonra birbirlerine öğrettiklerinde daha karlı çıktıklarını görürler, bilgiyi kendilerine saklamayınca bolluğun nasıl arttığını da. Sonra gözlerine uyku girmeden çalışırlar, birbirleri için! Vakitlerinin önce %20 sini, alıştıktan sonra %80 ini böyle geçirmeye başlarlar.
 
Son düzenleme:
BİRLİK SENSÖRÜNÜ KEŞFEDEN FARS KEDİLERİ

IMG_20190418_160715.jpg


Her şeyi kendisi için almak isteyen fars kedisi, ancak böyle var olabiliyor. İşin sonunda, gelişip fars kedilerini perdenin arkasından yöneten sisteme benzemesi gerek, ama bunu unutmuş. Şimdiye kadar elindekilerden memnundu ve böyle var olmuştu, artık bu ona yetmiyor. Ne tavuk bonfileler, ne de kedi mamaları... Bunlardan bir şey çıkmayacağını görüyor. Hal bu ki sıcak bir köşesi ve kendisine görünmeden kendini besleyip her ihtiyacını gören birden çok sahibi bile var, sayıları neredeyse iki yüze yakın. Endişe duyacak ne var! Yiyecek ve televizyon var, hiç endişe etmeye gerek yok. Konforu yerinde ve bunun için onu kimse suçlayamaz. Ama şimdilerde içinde yeni bir safha fark ediyor. Göğsünün tam ortasında, midesinin az üstünde bir sızı hissediyor. Orada bir şey değişti. Artık ne hindi fümeler ne de balık konserveleri yetmiyor, daha başka bir şey istiyor fars kedisi. Bu istek ondan neşesini aldı bir zamandır. Konforunu kaybetti.
Kendisine neden böyle isteklerim var diye soruyor, sonuçta hayatımın ne anlamı var diyor! Bu soru fars kedisinin aklına gelince, şu güzel tüylerin, sevimli gözlerin ötesinde ne var diye uyuyamıyor.
Cevap nerede diye üzerinde baskı hissetmeye başlıyor ve hayatı anlamıyor. Sonra kendisini eskiden zevk aldığı balıklar ve ciğer ile kandırmaya, tekrar eski haline döndürmeye çalışıyor. Ama tüm elde ettiği bir çeşit hayal kırıklığı.
Televizyona bakıyor, insanlık öyle buluşlar yapmış ki uzayda kara delikler falan bulmuşlar. Fars kedisi bunlara bakıp yaşamının amacını sorguluyor. En sonunda maddesel var oluşunun üzerinde bir şey olması gerektiğini hissediyor. Başka fars kedileri de var mı acaba diye sormaya başladığı anda, görünmeyen ev sahiplerinden birinden, bir not alıyor. Diyor ki; sen neden kendini galeyana getiriyorsun ki, diğer fars kedileri de kara deliği bulan insanlar da mutlu, neden biraz daha balık yemiyorsun?
Fars kedisi, göğsünün tam ortasında kendisine bu sorularla baskı yapılan diğer fars kedileriyle nihayet buluşuyor. Görünmeyen sahiplerin verdiklerinin dışında, ne olabileceği hakkında konuşmaya başlıyorlar. Var olduğunu hissedemedikleri bir şeye özlem duyuyorlar. Birbirlerine yaklaştıkça görünmeyen ev sahiplerinden yeni notlar geliyor, ev sahipleri bu işten çok rahatsız olmuş. İşi artık balık ve hindi füme vermemekle tehdit etmeye kadar vardırıyorlar.
Buluşmalar gittikçe daha zor bir hale geliyor, çünkü fars kedileri ne zaman buluşmak için evlerinden ayrılmaya kalksalar vazgeçemeyecekleri, çok cazip tekliflerle karşılaşıp, kandırılıyorlar. Ama teklifi kabul eden fars kedisi, ona verilen harika sosisi yer yemez asıl merak ettiği soru ile baş başa kalıyor. Üstelik doyar doymaz sosis artık ona hiç de güzel görünmüyor.
Ne sütten ne de hayatının manasını sorgulamaktan vazgeçemediklerini, bu ikisi arasında bocalayıp durduklarını, kendi kuyruklarını kovaladıklarını fark edince, artık bunu kullanmanın zamanı geldiğini anlıyorlar.
Artık her türlü güzellikle bezenmiş bu evler, onlara bir sürgün yeri, adeta bir hapishaneye dönüşüyor. Kendilerini nasıl kontrol edemediklerini, nasıl da kandırılabilir ve hayatlarındaki en önemli sorunun cevabını hiçe sayabildiklerini fark ediyorlar. Oysa daha önce bu evler onlar için tam bir cennetti.
Fars kedisi, bakış açısının, içinde bulunduğu gerçekliği nasıl da değiştirdiğini, aynı mekanın nasıl hem güzel bir yer hem de hapishane olabileceğini görüyor.
Bir şeyleri sadece kendi çıkarın için yapınca egoist, başkaları için yapınca özgecil oluyor. Bu arada fars kedisinin yaptığı şey değişmiyor, mesele bunu neden yaptığıyla ilgili. Bunun üzerine sürgünde ya da cennette olduğuna bakmaksızın arkadaşlarıyla çalıştığında, başka bir seçeneği olmadığını fark etmeye başlıyor.
Sonuçta akıllarına bir fikir geliyor, nasıl küçük şeyleri görmek için mikroskoba ve büyük şeyleri görmek için teleskoba ihtiyaç varsa, daha önce görmedikleri, kendi dünyalarının dışını da görmek için bir cihaza ihtiyaçları olduğunu anlıyorlar. Bu cihazın doğrudan kendilerini bir arada tutan tutumları olduğunu görüyorlar. Ne zaman bir araya gelseler, adeta bir anten çanağı gibi daha önce tek başlarına asla ulaşamayacakları bir şey keşfediyorlar. Bu cihazın sensörü içinde, tüm kuvvetleri hissediyorlar.
Ancak bu cihaz çok hassas ve çalışması için her bir fars kedisinin kendisi hariç diğer fars kedilerini düşünmesi durumunda çalışıyor. Zamanla bunu en verimli hale getirmek için bazı yöntemler geliştiriyorlar. Mesela günün belli bir saatinde, özellikle en çok uykuları olup şömine başında sıcacık bir minder üzerinde uyumak istediklerinde ya da akıllarından keçi sütü ve kedi maması geçirdiklerinde, birbirlerini düşünmeye çalışırlarsa sensörün çok iyi çalıştığını fark ediyorlar.
Atık fars kedileri için en önemli konu ne olursa olsun böyle bir araya gelip bu sensörü aktif hale getirmek. Çünkü içinde bulundukları sadece kendisi için almak hapishanesinden ancak böyle çıkabileceklerini, daha önce hiç görmedikleri yeni bir gücü keşfetmeye yaklaştıklarını biliyorlar.
Gün geçtikçe zorlaşmasına rağmen, her fars kedisi arkadaşlarını en az kendisi kadar sevmesi gerektiğini anlıyor. Sürgünden hep birlikte çıkıp, kedi olmanın ötesinde şeyler keşfedecekler, ya da ölene kadar balık ve sosis yiyip kedi kumuna gidecekler.
 
PERMAKÜLTÜR VE GENÇ SİBİRYA KURDU

Geçen haftadan beri permakültür ile ilgili araştırma yapıyorum ve kullanılabilecek su içeren bir toprak alanını herkesin bulamayacağını da düşündüm. Ama çok sayıda insanın bir bahçesi, balkonu en azından güneş alan bir pencere önü mevcuttur. Normalde permakültür uygulamaları kendi kendine yeten insan eliyle oluşturulmuş ekolojik sistemlerdir. Ama bu sistemlerin büyük bir kısmı bahçeli evlerde rahatlıkla uygulanabilir.
Rahatlıkla dediysem kolay demek istemedim. Zaten bir işe bu devirde insan kendisi için başlarsa hiç şansı yok. Ertesi gün hevesi kaçtığı gibi kendini günlük rutini içinde buluveriyor. O yüzden tüm başlangıçların arkasında vazgeçemeyeceği, anlamlı ve soylu bir amacı olmalı.
Kurt sürüsüne yeni katılan genç Sibirya Kurdunun da öyle bir amacı vardı. Tek başına dolaşıp dururken, kendilerini yıllardır hiç bir kurdun görmediği ama var olduğunu bildikleri güvenli zirveye taşımak ve adaletli Kurtlar Başına ulaşmak için adamış bir grup kurt olduğunu duydu. Ama bu kurtlar diğer toplu gezip avlanan kurtlardan farklıydılar. Onlar en fırtınalı gecelerden sonra kar kalınlığının metrelerce yükseldiği zamanlarda bile buldukları en küçük bir yiyeceği dahi hemen kurt arkadaşlarına götürürlerdi. Zaten onların arasında olma şartı da kendin hariç diğer arkadaşların için çalışmaktı. Onlar da aynısını yaptığından bu zor yolculuk tam bir şölene dönüşüyordu. Kimse şikayet etmiyor ve herkes çok çalışıyordu. Herkes çok meşguldü bir diğer arkadaşının ihtiyaç duyduklarını bulmak için.
Karşılaştıkları sorunları çözmek onlar için egzersizdi. Tıpkı matematik problemi çöze çöze daha karmaşık olanları çözebilir hale geldiğimiz gibi, Sibirya Kurtları da her gün yeni ve aşılması güç bir durumla karşılaşıyor, sonra oturup ağlamak yerine nasıl çözebilecekleri üzerinde daire şeklinde oturup karar veriyor ve hemen aktif oluyorlardı. Böylece eksi altmış derecelerde nasıl yürüyeceklerini, yokuş çıkarken enerjilerini nasıl koruyacaklarını, bir tehlike anında nasıl birbirlerini koruyacaklarını öğrenmekten öte, bunların uzmanı olmuşlardı.
Onları kontrol eden ulaşmak istedikleri amaçlarıydı. O amaç neyi gerektiriyorsa her biri yüksünmeden yapıyordu.
Sonra genç Sibirya Kurdu bir şey fark etti; kim arkadaşı için çalışmak istemezse, yolculuk esnasında geri kalıyor, soğuktan ve tehlikelerden en çok o etkileniyordu. Sibirya Kurtlarından arkadaşları için en çok endişelenenler, sanki özel bir mekanizmayla korunuyor, yardım ettiği her arkadaşının mutluluğu adedince kazanımları oluyordu.
Onlar muhakkak Kurtlar Başına ve mükemmel zirveye ulaşacaklar. Genç Sibirya Kurdu ise gözlem yapmaya, kendisi için değil, arkadaşları için çalışmanın faydalarını görmeye devam edecek. O da öğrenip taklit edecek. Böylece yolculuklarının en zor kısmı olan güvenli zirveye girişten geçmeye hazır olacak. Kurtlar Başını yalnızca arkadaşını kendisi kadar seven bir kaç Sibirya Kurdu görecek.
Neyse, onlar yolculuklarına devam ededursunlar, ben büyük saksılarda yetiştirilerek, bir ailenin sebze ihtiyacı nasıl karşılanabilir onu araştırmaya devam edeyim.
 
ŞİKAYETÇİ SERÇE

Bizim anlamlı bir yaşam sürmemiz, eskiden bir arada olup da şimdi dünyanın her yerine dağılmış olan, kalplerinde iyiliği taşıyan serçeleri bir araya getirmektir, eğer böyle yaparsak, doğa bu defa bizim için, altı yüz yirmi kat daha büyük olan yaşam için güvenli alanı bize verecek.
Bazen yolda yırtıcı, bizden daha büyük kuşlarla karşılaşırız. Vahşi pençeleriyle bir kaç zayıf serçeyi havada yakaladıkları gibi götürürler. Arkadaş serçelerden bazıları kurtulur, tüylerinin çoğunu kaybetmiş olsalar bile yine aramıza katılırlar. Ama büyük kuşların ve konacak yer olmayan geniş su alanlarının önemi, bizleri bir arada tutmalarıdır. Eğer öyle olmasa, kimimiz cam önlerine, balkon altlarına serpilmiş ekmek kırıntılarıyla, kimimiz bir pembe toprak solucanı bulma umuduyla nemli toprağı küçük pençemizle eşelemekle, kimimiz inceden akıp, etrafa sıçrayan bir fıskiye suyunun etrafında dans etmekle oyalanırdık.
İşte yolumuzdaki engeller bize hangi konularda eksiğimiz varsa onları gösteriyor. Neye dayanamıyor, nelerden fedakarlık edemiyoruz, şükür ki önümüze seriliyor.
Bazen karnı büyük ve koyu renkli kanatları olan ben, hangi konuda şikayetçi olursam, o şeyin oluşmasındaki sebepleri kendimde görüyorum. Mesela geçen gün bir büyük su birikintisinin üzerinden uçacağız dediler arkadaş güvercinler. Aman efendim, bırakın karşı kıyıya geçmeyi umut etmeyi, bir kaç metre ilerde, pençeleri adeta gemi çapası, gagaları yedi kere bilenmiş gibi duran ejderha büyüklüğünde vahşi kuşları görünce, bastım çığlığı. İtirazlarımı kimse anlamadı önce, tüm arkadaş güvercinler sanki tatile çıkıyorlarmış gibi hazırlanmaya başlamasınlar mı? En sonunda gelemeyeceğimi, bunun için hem karnımın bu uzun yolculuk boyunca taşıyamayacağım kadar büyük olduğunu, hem de bu canavarların önünden geçerken tüm arkadaş serçelere göre daha siyah kanatlarım olduğu için fazla dikkat çekip, yem olmak istemediğimi söyledim. Kimse beni dikkate almadı. Başladım söylene söylene ben de hazırlık yapmaya. Gitsem bir türlü, gitmesem öbür türlü!
Arkadaş serçelerden şahin gözlü serçe, yolculuğa çıkmadan hemen önce hepimize birer rüzgar gözlüğü verdi. Kendi gözlüğümü çıkarıp bu güzel gözlüğü taktım şikayet ederek.
Takar takmaz gözlerime inanamadım. Su dediğin bir gölet, ejderha dediğin üç beş arı kuşu. Üstelikte etrafta bir bahar kokusu, güneş ışıkları pırıl pırıl...
Bir kere daha benimle aynı yolların zorluklarını ve güzelliklerini paylaşan, harika çevreyi oluşturan arkadaş serçelerden destek aldım. Kalbinde iyilik kalan serçeler, her zaman çevrelerinden destek almalı.
Üstelik bozukluğun, korkunun, benim bakış açımda olduğunu, her yeni zorluk için arkadaş serçelerden yeni bir gözlük temin edebileceğimi de öğrendim.
Yani her şey, kalbinde iyilik olan serçelerin ilerlemesi için fırsat, kötü diye bir şey de yok.
Böyle böyle yolculuğumuza devam ediyoruz, "her serçe arkadaşlarına yardım eder" denen, hiç kimsenin geride kalmadığı, doğa ile barışık bir sistemi inşa ediyoruz.
Birlik beraberlik etrafımızda olan, bu gezegendeki tüm problemlerin çözümü. Bunu biz serçeler aramızda tuttukça, ördekler, arı kuşları, kartal ve şahinler bile "acaba biz de yapabilir miyiz?" diye düşünmeye başladılar.
Kalbinde iyilik kalan serçeler arasındaki birlik, doğa ile birliğe dönüşüyor.
 
Hikâye olunur ki bir gün bir serçe, Allah'a küsmüştü. Günler geçiyordu ve serçe Rabbine bir şey demiyor, O'nunla konuşmuyordu. İçine kapanmış, derin bir hüzne boğulmuştu. Melekler merakla Allah'a serçeyi soruyorlardı ve her defasında Allah, meleklere "O gelecek!" diye cevap veriyordu. "Çünkü onun sesini duyacak tek varlık benim ve onun minik kalbindeki derdini anlayacak olan da yalnız benim." diyordu.
Bir zaman sonra serçe; kalbi hüzün, gözü yaşla dolu bir halde bir ağacın dalına kondu. Hiçbir şey söylemiyordu, öyle sessiz sessiz bekliyordu. Allah, serçeye seslendi:
-Söyle bana! Canını sıkan ve kalbini hüzne boğan derdin nedir?
Melekler serçe ne söyleyecek diye ona bakıyordu. Serçe mahzun, biraz da sitemli ses tonuyla:
-Küçük bir yuvam vardı. Yorulduğumda dinlendiğim, üşüdüğümde sığındığım. Kimseyi rahatsız etmiyordum ve kocaman dünyada ufacık bir yerdi, kimsenin yerini dar etmiyordu. Sen onu da bana çok gördün, neydi o zamansız fırtına? Esip yıktı yuvamı ve beni yuvasız bıraktı.
Artık konuşamadı serçe, sözleri boğazında düğümlendi. Sessizlik Arş-ı Rahman'da yankılanıyordu ve melekler başlarını eğmiş Allah'ın vereceği cevabı bekliyordu. Allah:
-Ey serçe! Sen benim kulum değil misin?
-Elbette kulunum Allah'ım!
-Öyleyse niye benim yapıp ettiklerime razı olmuyorsun da bilmediğin bir şeyi sorguluyorsun?

Serçe boynunu bükmüştü. Yüce Allah şöyle seslendi:
-Ben size demedim mi! Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde hayır olabilir diye?
Serçe suçluluk içinde başını eğiyordu. Sonra cevap verdi:
-Dedin Allah'ım.
-O halde neden hikmetini bilmediğin şeyleri sorguluyorsun?

Serçe hiçbir şey söyleyemedi. Mutlaka yuvasının yıkılışında bir hikmet vardı ama neydi o? Yüce Allah, meleklerin de serçenin de merak ettiği o hikmeti açıkladı:
-Sen, o yuvanda dinlenirken seni avlamak isteyen bir yılan yuvana doğru geliyordu. Seni yılandan korumak için fırtınaya emrettim yuvanı yıksın diye. Böylece sen oradan uzaklaşarak yılandan kurtuldun. Nice belalar var ki muhabbetimle senden uzaklaştırdım. Oysa sen, kuşatıcı muhabbetimi görmüyor, geçici belalardan dolayı bana düşman oluyorsun. ( Mahmut Ulu, Hacı Bayram-ı Veli kitabından)
MESAJ NE?
Mesaj: Her birimizin başına çeşitli sıkıntı ve felaketler gelebilir. Bunların sebepleri üzerinde düşünmek, kendi hatamız varsa onu bir daha tekrar etmemek ilk görevimizdir. Yani kör bir teslimiyet ve pasif tevekkül doğru değildir.
Ancak asla doğru olmayan bir şey daha var. O da uğranılan felaketten sonra ümitsizliğe kapılmak, kadere ve Allah'a küsmektir. Bu tavır insanı kötümserliğe ve pasifliğe sürükler.
Oysa küsmek yerine yeni imkanlar aramak, yeni girişimlerde bulunmak daha akıllıca bir iştir. Bir kapıyı kapayan Allah başka birini açar. Hele ki bizim irademizi aşan, beklenmedik felaketlerle manen yıkılmak güçlü insana yakışmaz.
Çok önemli bir işi olan kimse bineceği uçağı kaçırınca üzülür. Ama ertesi gün o uçağın düştüğünü duyunca, yanıldığını anlar. Hikmet yüklü şu ayet kulağa küpe olmalıdır:
"Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara, 216)
 
KAYIP CEVİZ

Tekrar ve tekrar anlıyorum ki her şey doğadan. Doğayı içine almayan hiç bir şey yok.
O eşsiz üst gücü üstümüzde keşfetmek ise hayatımızın anlamı.
İçimizde üst sistemden başka bir şey yok denen koşulu hissetmeye ihtiyacımız var.
Bilgi; işin başından sonuna kadar, doğa iyidir ve iyilikseverdir. Fırtınalı günlerde de öyle, tanrıya şükür, ağaç kovuklarında sarsıntıdan yuvarlansak bile, ertesi gün, güneş ışıkları çiğ taneleri üzerinde dans eder, yemişler ormana dökülür, biz de kemirmeye başlarız.
Doğanın ne olursa olsun iyi olduğunu düşünmeye başlamamız bir özlemle başlar. Doğanın neden bizleri oluşturduğunu, amacının ne olduğunu anlama çabası, bizleri hareket ettiriyor. Biz bu cevabı özlüyoruz. Bununla ilgili ne kadar çaba harcarsak o kadar gelişiyoruz.
Ağaç dalından ağaç dalına sıçrıyor, yaşlı ağaç gövdelerinde uygun oyukları kendimize yuva ediniyoruz.
Doğaya değer verdiğimiz, ona iyi baktığımız müddetçe, o da bize karar verme hakkı veriyor. Kendi turuncu kürküm için hesap yapmadan, diğer sincaplara katılım sağlamak işim olmalı.
Böyle yaparsak, her şey bizim elimizde. Günlerimiz meşe palamudu kemirip, nereye gömdüğümüzü çoğu zaman unuttuğumuz tohumların peşinde geçmiyor elbette. Ben ve bir kaç arkadaş sincabın aklında, iri siyah gözlerimizi kocaman açmamıza, kahverengi, sarı ve turuncunun ahenkli bir karışımı olan tüylerimizi, diken diken etmemize sebep olan bazı düşünceler de var.
Meşeler, kozalaklar, fındık ağaçları ve yaşlı bir ceviz ağacının dalına, ağaç kabuklarından yapılmış baş aşağı küre şeklinde bir sincap yuvasından çıktığımızdan beri, bunlardan daha fazlasını neden göremediğimizi düşünüyoruz.
Daha fazlasını görebilmek için her gün doğadan talep ediyoruz. Çünkü bizler, artık arkadaş sincaplar için fındık toplamanın, kendi açtığın çukurlara gömeceğin tohumlardan daha kıymetli olduğunu biliyoruz.
Ancak her zaman aynı heveste olmuyoruz, özellikle güzel bir yemiş bulduğumuzda, onu kendimiz için saklamak, sonra gözlerden ırak bir yerde yemek için hayalini kurmak isteğine karşı koyamıyoruz.
Böyle bir şey benim de başıma gelmişti. Uzun zamandır doğanın benimle neden konuşmadığını, neden sorularıma cevap vermediğini düşünüp duruyordum. Ön ayaklarımla kulaklarımı öne doğru kaşıyıp burnumu çekerken aklıma bir şey geldi. Bulduğum ilk güzel, iri cevizi kimsenin görmediği bir yere gömüp sonra da gece herkes uyurken gelip yiyecektim. Bakalım ne olacaktı. Fırtınalı bir gecenin ertesinde tam da düşündüğüm gibi oldu. Rüzgar koca koca ağaçları salladı, dallar birbirine değdi ve sabah uyandığımızda tam bir şenlik vardı. Orman tabanı adeta bir saray sofrası gibiydi. Mantarlar, pıpıl pırıl ağaç kabukları, fındıklar ve çeşitli yenebilir fırtınaya dayanamamış böceklerle doluydu. Arkadaşlarım büyük bir coşkuyla kucaklarını birbirleri için hediyelerle doldururken, ben uzaktaki bir ağacın dibinde, dallar arasından gelen güneş ışığının parlattığı iri bir ceviz gördüm. Koşarak gittim ve onu hemen, önce otların arkasındaki gölge kısma ittim. Sonra da ağacın arkasına geçip hemen yeri kazmaya başladım. Cevizi gömdüm ve arkadaşlarımın yanına koşup, ben de onlar gibi davrandım. Akşam olunca herkes yuvalarına çekildi, ben de hemen lezzetli cevizimin yanına yol aldım. Ağacı bulamadım. Karanlıkta hiç bir şey göremedim. Üstelik gözleri gece karanlığında çakmak çakmak parlayan, türlü türlü vahşi hayvanlara, yakalanmaktan çok korkarak, yuvama geri dönebildiğime de şükrederek yürüdüm.
O gece hiç uyumadım. Aklım fikrim cevizimdeydi. Oysa bir kaç gün önce her şey ne güzeldi, sadece arkadaşlarım için toplama yaptığımda içim rahattı. Şimdi bunu ne arkadaşlarıma söyleyebiliyor ne de cevizi bulabiliyordum.
Doğa bana cevap vermese de ona anlatmaya karar verdim. Sabaha karşı eğer cevizimi bulursam arkadaşıma armağan etmeye söz verdim. Güneşin ilk ışığıyla arkadaş sincap yuvamın önündeydi. Onunla bir yere gelmemi istiyordu. Turuncu kuyruğunu takip ederek arkasından koştum. Koca bir ağacın kenarındaki yumuşak toprağı eşeledi, iri siyah gözlerimizden bıyıklarımıza göz yaşlarımız süzülürken, benim sakladığım cevizi, bana armağan etti.
 
SARILAMAYAN ELMA KURTLARI

Doğa, koşulsuz sevgi ile iletişim kuruyor.
Ama o kadar büyük ki bizim gibi küçük elma kurtlarının, onunla iletişim kurması, ancak diğer elma kurtları sayesinde olabilir. Mümkün olduğunca üst bir dalda, tatlı bir elma seçer, hayatımızın sonuna kadar da o elmanın bizi besleyip, diğer elma kurtlarından saklamasını dileriz.
Bir bakıma elmaların toplanıp pazara götürülmesi korkusunu da yaşarız, ama bizim için daha korkuncu, aynı elmayı bir başka elma kurduyla paylaşmak zorunda kalmamız olabilir.
Biz bu düşünceler içindeyken, doğanın cömertliğini unuturuz. Oysa ne ağaçla, ne elmayla ne de diğer elma kurtları ile iletişim kurmaktan, onların başarılı olmasını istemekten başka çaremiz yoktur.
Ben de bir deney yapmaya karar verdim, basitçe korkularımın üzerinde davrandım. Sadece diğer elma kurtlarının iyiliğini düşünmeye çalıştım. İlk fark ettiğim, onların da bunu yapıyor olduğuydu.
Ben ve bir kaç elma kurdu, dışımızdaki realiteyi algılamaya başladık.
Şimdiye kadar dışımızdaki gerçekliği hissetmek yerine, "ben ne alıyorum" ona bakmışız.
Eğer ben kendime yönelik endişemi yok edersem, o zaman dikkatimi basitçe kendi içime değil, diğerlerine yönlendiriyorum, kendimi hissetmek yerine, doğanın diğer unsurlarını hissediyorum.
Bu beni, kendi elmamdan çıkarıp, her an ezilebilecek bir kurt olmanın küçüklüğünden kurtarıyor.
Bu arada bunların sadece içsel bir egzersiz olduğunu, fiziksel olarak ekstra bir çaba harcamadığımı da söylemek isterim.
Bir elma kurdunun bedeni, düşüncelerini takip ediyor.
Her bir kurt, bir diğerine otomatik olarak yardımcı oluyor.
Başlangıçta, "her seferinde diğer elma kurtlarını mı düşüneceğim? Bu benim için konforlu değil, tek istediğim şekeri yüksek bir meyve ve ağacın en sessiz dalı" diye düşündüm.
Ama bu deneyi yaptıktan sonra, diğer elmaların içinde sıkışmış kalmış ya da bir kamyonetin kasasındaki meyvelerle pazara taşınmak üzere olan elma kurtları olabileceği, beni keyfimden etti. Sanki her biri benim yavrularım, henüz kendilerini besleyemeyecek durumdalar ve açlık içinde beni bekliyorlar.
Bir de baktım ki içimde ne gün batımında elma kemirme isteği ne de ağacın en üst dalına çıkma isteği kalmış. Yani bu istekler ölmüş. Kendimi bir özgür hissettim ki sormayın! Şimdi bunlar olmasa da bir olmasa da, asıl mesele diğerlerinin rahatı yerinde mi? Bunu düşünmek bana neler kazandırdı neler, saymakla bitmez. Birisi elma içinde hapsolursa yolunu bulmak için elmada nasıl delik açabilir, onu mu bulmadım, pazara giden kamyonetin kaçış yollarını mı keşfetmedim, hangi yaprak rengiyle derimizin rengi benzerdir, bizi kuşlardan kamufle eder, onu mu keşfetmedim... neler neler!
Kendim için endişelenmeyi durdurdum, şimdi diğer elma kurtlarıyla beraber ilerliyoruz.
Yaptığımız bu egzersizler, yaşamak için sadece kendini düşünmeyi ölüme getirmek. Bir şey öldü mü doğa yerine başka bir şey yaşatıyor. Biz de bu aralar doğanın büyüklüğünü düşünmeye başladık. Olup bitenin ne denli faydamıza olduğunu, birbirimizi düşünmenin nasıl ufkumuzu genişlettiğini öğrendik.
Biliyorum, başlangıçta aklım başka yerdeydi. Ama her başlangıçta böyle olur.
Bir elma kurdu, çaba sarf ederse, birden bire bir anlayış geliştirir, tam olarak da doğa ile aramızda olan şey bu. Biz onu nasıl hissedeceğiz? Tabii ki bu egzersizler vasıtasıyla. Sadece kendime hizmet etmenin, beni sadece bir kurt seviyesinde bırakacağını öğretti bana. Bu, yumuşacık ve küçük bir darbe ile ezilip gidebilecek bedenim için yeni bir duyu edinme fırsatı, senin de gözüne mucizevi görünmüyor mu?
"Arkadaş olacağız, birbirimize cici davranacağız, biz çocuk muyuz?" diye düşünmüştüm. O yüzden saçma gelmişti, kabullenmek istememiştim ya da farklı şeyler çalışayım dedim. Bir ara elmamın içini birliğin önemi ile ilgili kitaplarla doldurup, miyopum 5 numara olana kadar okudum, sanki böyle yapınca daha faydalı olacaktı. Diğer elma kurtlarını görmeye tahammül edemiyordum, kimseye sarılamıyor, el ele bile tutuşamıyordum. Ama yıllar içinde her şey değişti. Benden çok daha zor bağ kuran elma kurtları gördüm. 20 yıl boyunca kimseye "merhaba" bile demeden aramızda oturdular, birden gözyaşları içinde onlardan hiç de beklenmeyecek şekilde sarılıverdiler bize.
Arık biliyoruz ki her elma kurdu, doğanın kendisine verdiği zaman içinde olgunlaşıp hayatının anlamına kavuşuyor ve bu konuda ona yalnızca doğanın oluşturduğu elma kurtlarından oluşan çevre yardımcı olabiliyor.
 
BAHTSIZ MÜHENDİS ...

Sene 2018 AZİM , HIRS, KARARLILIK, hepsi bir arada :) iş görüşmesine gittim Gaziantep ilin de otogara varmam ile korku başlamıştı bu korku aslında hayvan dostlarımızdan gelen bir korku otogar da köpekleri ilk deva br otogar da çok gördüm sora sora hangi otobüse bineceğimi buldum bindikten sonra tabi direk otobüs güzergahı bilmediğim için şirketin yakınına gelince indim hemen tabi takibini navigasyon yardımı ile yaptım Sanayi bölgesinde yer alan firmaydı en yakın yerde inme kararı aldım indiğim gibi solumda 4 köpek belirdi 2 siyah 1 beyaz 1 gri şeklindeydi tabi tüyler diken diken oldu havlamaya başladılar bir an bekçiyi çağırdım belediyenin yeri bulunan bekçi vardı köpekleri salmıştı tabi bağırdım çağırdım sonra uzaklaştılar derken sanırım ailesi geldi babaları geldi iki tane büyük siyah geldi tabi ben şok birisi koşarak üstüme gelmeye başladı sol baldırdan tuttu ısırığı yedik tabi yere düştük üstüme çıkar diye kalktım üstüm toz duman oldu bir de ona sinirlendim tabi nacizane sitem ettim (küfür içerir :) ) daha sonra iş görüşmesi için mecburen devam ettim ve görüşmeyi sağladık güzel ve olumlu geçmişti daha sonra sohbet bitince yakınlarda hastane var mı diye sordum nedenini sordular olayı anlattım tabi pantolon paça tarafını görmedikleri için bir baktılar onlarda şok hemen hastaneye tipik muayene iğneler olduk 1 aya yakın ...kuzenler doktor whatsapp a yazdım grubumuza adamların dedikleri köpeğe birşey oldumu diye oldu ... doktorlar ve köpekler gizli anlaşmalar yapılmış ? o yüzden iş görüşmelerine giderken mutlaka daha çok dikkat edin ... :)
 
Köpeklerle ilgili bir YouTube videosu hazırlamıştım. Yani okuduğum kitabın içinde geçiyordu köpeklerle ilgili olaylar. ? bence sizin hikayeniz de güzel. Bu rada Youtube la uğraşmaktan daha yeni gördüm yazdıklarınızı kusura bakmayın iki ay olmuş aman tanrım ? kendimden utandım ?
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
 
Üst