• Sayın Üyeler,

    Site görünümünün gündüz açık renk tema, gece koyu renk tema olacak şekilde otomatik değişmesini sağlayan bir düzenleme yapılmıştır. Görünümün otomatik değişmesini istemiyorsanız, bu ayarı hesap tercihlerinizden kolaylıkla değiştirebilirsiniz. Açık/Koyu temalar arasında ki geçişin otomatik olmasını istemeyen üyelerimiz üst menüde yer alan simgeler yardımıyla da kolayca geçiş yapabilirler.

    Site renklerinin günün saatine göre ayarlanmasının göz sağlığına faydaları olduğu için böyle bir düzenleme yapılmıştır. Fakat her üye görünüm rengini tercihine göre kullanmaya devam edebilecektir.

Hergün bilimsel bir şey paylaş

Melih Türkdoğan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Haziran 2014
Şehir
İzmir
Firma
Üniversite
Geçmişten Günümüze Paralel Evrenler Teorisi

1954 yılında, Princeton Üniversitesi doktora adayı olan genç Hugh Everett in aklına radikal bir fikir geldi: Tam olarak bizim evrenimize benzeyen başka evrenler de var olabilir.


Bu evrenlerin tamamı bizimki ile bağlantılıdır yani her biri bizim evrenimizden ve bizimki de başkalarından ayrılmış olabilir. Bu paralel evrenler içinde tarihteki savaşlar bizim bildiğimizden daha farklı sonuçlanmış ve bizim evrenimizde soyu tükenmiş olan türler başka bir evrende evrimleşmiş ve adapte olmuş olabilir. Diğer yandan biz insanların nesli başka bir evrende tükenmiş de olabilir. Bu iddia oldukça kafa karıştırıcı ve düşük olasılıklı gibi dursa da Everett bu düşünceyi benimsedi ve tarihte paralel evren teorisini öne süren ilk kişi oldu. Fakat neden genç ve başarılı bir fizikçi, o dönemde akıl almaz olarak nitelenebilecek bir teoriyi ortaya atarak gelecek kariyerini riske atsın?

Çoklu dünya teorilerinin anlaşılırlığı ve mantıksallığı bir kenara dursun, Hugh Everett'in iddialarının altı elbette boş değildi. Onun mükemmel bir matematikçi, ikonolastik bir kuantumcu olduğunu hatırlatmak gerekir. Özellikle parçacık fiziği üzerine yaptığı çalışmalarıyla fiziğe yeni bir gerçeklik algısı katmış bulunuyor. Ama ne yazık ki yaşadığı dönemde paralel evrenler hipotezine başta Niels Bohr olmak üzere birçok büyük bilim adamı tarafından karşı çıkıldı. Sonraki süreçte Hugh Everett yöneylem araştırmaları üzerine yoğunlaştı ve bu farklı alanda başarılarına devam etti.

Peki, Hugh Everett'in çoklu dünyaları içine alan paralel evrenler hipotezini ortaya atmasına sebep olan bilimsel temel neydi? Bu noktada Kuantum mekaniği ve çalışma sistemini anlamamız gerekiyor. Kuantum yani parçacık fiziği madde ve ışığın, atom ve atom altı seviyelerdeki davranışları üzerinde çalışır. Kuantum araştırmaları, atom çekirdeğinin etrafındaki yörünge seviyelerinde bulunan elektronların aynı yörüngede aynı anda birden fazla noktada gözlemlendiğini saptadı. Bu sebeple bir elektronun yörüngedeki yeri olasılık değerlerine göre hesaplanırken, tam olarak yerinin tespit edilmesi de mümkün görülmemektedir. Bu durumu Heisenberg Belirsizlik ilkesi açıklıyor. 1927 yılında Werner Heisenberg tarafından öne sürülen kuantum fiziğinde Heisenberg'in Belirsizlik İlkesine göre, bir parçacığın momentumu ve konumu aynı anda tam doğrulukla ölçülemez (momentum değişimi = kütle değişimi x hız değişimi). Bu durum ne ölçüm aletlerinin yanlışlığı ile ilgilidir ne de deneysel yöntemlerin kalitesine bağlı bir durumdur; tam olarak doğanın kuantum mekaniksel açıklaması içinde dalga özelliklerinin yapısından kaynaklanmaktadır. Yani bir atom ve atom altı parçacıkları gözlemlemek için kullandığınız elektron mikroskobu haliyle atom elektronlarının davranışlarını etkileyecek ve kesin bir sonuca asla ulaşılamayacaktır.



Biraz da olsa elektron davranışı ile çoklu dünya hipotezi arasındaki bağlantıyı anlamış olduk. İşte Hugh Everett atom altı seviyede elektron davranışlarını makro düzeyde kendi evrenimize uyarlamıştır. Bir elektron kendi yörüngesinde aynı anda birden fazla konumda bulunabildiğine göre neden bu durum içinde bulunduğumuz evren için de geçerli olmasın? Elbette bu fikir o dönemde olumsuz bir reaksiyon aldı. Önemli bilim adamları, atom altı düzeyde gerçekleşen bu durumu makro düzeyde bilimsel bulmadılar. Hugh Everett bu yönde çalışmalarını bıraktı ama paralel evrenler hipotezi son bulmadı. Bu sefer başka evrenler olabileceği düşüncesinin temelini Einstein'ın görecelik teorisi oluşturmaya başladı. Bildiğimiz üç boyutun ötesinde dördüncü boyut olan zamanın göreceliği teorisi bilim dünyasında büyük çığır açmıştı. Bu teori Einstein'ın matematiksel ispatıyla sınırlı kalmadı, uydu yörüngelerindeki sapmalar uzayın zamanı büktüğünün yakın zamandaki ilk kanıtlarındandı. 23 Ekim 2004 tarihli Radikal gazetesinde, bu önemli bulguyla ilgili şöyle bir haber yapılmıştı:

...Pavlis, "Şayet Dünya, etrafındaki uzay-zamanı eğiyorsa, yakınlardaki uyduların yörüngesi değişmeliydi" dedi ve bu düşünceden hareketle LAGEOS-1 ve LAGEOS-2 adlı uyduların yörüngelerindeki sapmayı lazer ışını kullanarak ölçtüklerini anlattı. Pavlis, "Her iki uydunun yörüngesinde de Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirledik. Ölçümlerimiz, görelilik teorisinden hareketle daha önce yapılan hesaplara yüzde 99 uydu" dedi. İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden Ignazio Ciufolini ve ABD'deki Dünya Sistemleri Teknolojisi Birleşik Merkezi'nden Pavlis, 11 yıl iki uydudan gelen lazer sinyallerini inceledi.

Bu durumda zaman farkı farklı evrenleri işaret ediyor olabilirdi. Bu evrende bugünü yaşarken başka evrenlerde geçmiş ve geleceğin farklı varyasyonları yaşanıyor olabilir. Aynı üç boyutta konumlanmış bitişik evrenler veya kesişen evrenler de görecelik teorisinin bir sonucu olarak üzerinde düşünülmekteler. Ama artık dördüncü boyutun ötesinde, fizikçilerin geliştirdiği her şeyin teorisi olarak nitelendirilen M teorisi diğer adıyla sicim teorisi 11 boyutlu evreni matematiksel olarak ifade ediyor.

Kuramdaki temel fikir, gerçekliğin esas bileşenlerinin rezonans frekanslarında titreşen ve planck uzunluğunda olan (10−35 mm civarı) sicimler olduğudur. Sicim teoremi 6 yeni boyut daha önerir, fakat bu boyutları standart anlamdaki mekân ve zaman boyutları değil, bunlara bağlı alt boyutlar gibi tanımlar (bildiğimiz 3 uzay ve 1 zaman boyutu üzerinde dairesel olarak katlanmış ekstra boyutlar). Mesela çok ince bir tel düşünelim 2 mm kalınlığında, bu tel uzaktan bakılınca bizim için tek boyutlu bir doğrudur, diğer boyutları bizim için yok gibidir. Fakat bu telin üzerinde hareket eden bir karınca için telin üzerinde sağa ve sola gidip tur atılabilir ve o yönlerde de boyut vardır. İşte o boyutlar ancak o seviyeye inince anlam kazanır ve her zaman gözükmezler. Membranların oluşturduğu parçacıkların da çok küçük yüzeyler olduğu ve onların seviyesine inince anlaşılabileceği düşünülmektedir. Bu yüzeyler farklı titreşimlerle farklı atom altı parçacıkları, bu atom altı parçacıklar da birleşerek atomları oluşturmaktadırlar.

Elbette M teorisi metafizik ve parapsikoloji dallarınca incelenen ama akıl ve bilim izahında açıklanamayan durumları yani evrendeki her şeyi açıklayabilecek bir teoridir. Eğer tam olarak ispat edilebilirse, evreni anlamak için kullanılan kuantum ve izafiyet teorilerinin açıklayamadığı her şey anlaşılmış olacak. Bu sayede günümüzde gitgide kanıksanan paralel evrenlerin varlığı ve işleyişine dair önemli bilgiler elde edilecek. Paralel evrenlerin varlığını destekleyen bir diğer düşünceyi ise büyük patlama öncesine ait hipotezler oluşturuyor. Stephen Hawking fizik kurallarına göre kesinlikle negatif enerjinin var olması gerektiğini söylüyor. Büyük patlama muazzam miktarda pozitif enerji üretirken aynı zamanda eş miktarda negatif enerji de üretmiştir. Bu şekilde, pozitif ve negatif enerji daima birbirini sıfırlar. Bu doğanın bir başka yasasıdır. Haliyle Hawking evrenimizin sıfırdan var olması ve zamanın büyük patlama ile oluşması durumu ile büyük patlama öncesinin var olmayabileceğini iddia ediyor. Yani hiçlikten var olmanın mümkün olabileceğini söylüyor. Günümüzde iddia edilen başka bir teori ise bizim evrenimizin başka evrenlerin etkileşimi ile var olabileceği düşüncesine dayanıyor. Hawkingin bahsettiği pozitif ve negatif maddelerin sadece birinden oluşan iki ayrı evrenin kesişimi, çarpışması veya çekimsel etkileşimi sonucunda büyük patlama protondan daha küçük bir noktadan meydana gelmiş ve yetişkin bir evren meydana getirmiş olabilir.

Tüm bu iddialardan anlıyoruz ki paralel evrenlerin varlığı artık bilim kurgunun ötesinde bir gerçekliğe sığdırılıyor. Başka evrene açılan bir solucan deliğinin keşfi de tüm sorularımızın cevabı olabilir. Böylece İnterstellar filmi ve Fringe dizisi gerçeğe dönüşecektir.

Alıntı:
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
 
En son foruma iki yıl önce girmişim, zaten 2016 yılından beri de neden çevre danışmanlık firmalarında bir türlü 4 aydan fazla çalışamadığımı bir kez daha anladım, burada yazdıklarınızı okuyunca. Ben çok kitap okurum, daha doğrusu içinde yaşadığımız topluma gerçekten faydalı olmak isteyen iş yeri bulamayınca, işsiz kalıp, bol bol kitap okudum. Ve görüyorum ki bu her gün bilimsel bir şey paylaş sayfası da atıl kalmış. Yetenekli, meraklı, etrafındaki insanlara gerçekten faydası dokunabilecek pırlanta gibi mühendisler, formalite icabı yerine getiriliyormuş gibi yapılan yönetmelik hükümleri içerisinde kaybolmuş.
Yine de çabanız için ben toplum adına teşekkür ederim. Okuyup anlamaya çalışan insanların bir gün kendi elleriyle inşa ettikleri geleceğimize bakmak istiyorum. İnanmak istiyorum. Şimdi yürüyüşe çıkıp, bunca yıl sonra benimle aynı yıllarda mezun olmuş, evrak takibi yaptırılarak mühendislikleri öldürülmüş onca forum üyesine neler yazabilirim onları düşüneceğim.
 
Son düzenleme:
ASİT YAĞMURLARI VE MAYMUN İŞTAHLILIK
Güya mühendisim, hal bu ki bunu iddia etmek şöyle dursun, sadece bu alana ilgi duymak bile en azından bir ansiklopedi ve yüzlerce bilimsel makale okumuş olmayı gerektirir. pH konusunu anlamadan asit yağmurlarının zararları hakkında konuşmak gibi.
Bu günlerde bize her gün aynıymış gibi gelen, ama içinde küçük farklar olan koşullar hakkında konuşuyorum, her seferinde yeni bir şekilde gözden geçirip, yeni bir şey görüyorum. Hal bu ki hiç bir şey değişmedi. Sadece benim bakış açım değişti ve bu son değil. Önceleri tutarsız bir insan olduğum korkularıyla baş başa kalırdım, şimdi tüm bunlardan memnunum. Aslında bu sayede her günüm birbirinden farklı ve ileri doğru oluyor. Yeni izlenimler geçirme fırsatı veriyor ve gelişmek için yeni bir aşama. Ama bunun sadece girişi, oyun yeni başlıyor gibi her gün.
Nasıl mı? Aslında durum pek iç açıcı görünmüyor. Aklım karmakarışık ve dün öğrendiklerimi bugün unutuyorum. Hatta okudukça daha az şey bildiğimi fark ediyor, ilerlemiyor da geriliyorum sanki. Fakat gittikçe ivemelenen bir sarkaç gibi ne kadar gerilersem o kadar da ilerleme fırsatım olduğunu hissediyorum.
Aslında insan olarak bizim işimiz bu ilerleyişi artırmak, düşüş olacak ki yükseliş olsun. Bazen çalışırken kalbim hiç bir şey hissetmiyor. Olsun. Hissedene kadar devam ederim. Kafa karışıklığı denen durumlar içinde bütün bu olup bitenler kalbimizi yumuşatır, duygusal koşullar içine girmeye başlar, hissettiğiniz her şey, yeni bir aşamanın göstergesi olduğundan, hep mutlu olma durumuna gelirsiniz. Her zaman olmasa da genel durum böyle.
Gerçekten çalışmak zor, üstelik hiç bir ödül beklentisi olmadan çalışacaksın. İtiraf ediyorum, pek çok zaman küçük çocuklar gibi, çalışmak istemiyorum, hayır, hayır diyorum ve sabırsızım. (Çevre danışmanlık firmaları duymasınlar, hiç de ideal bir çalışan değilim çünkü bu halimle).
Çocuk, doğası gereği sabırsızdır, çocuk ne der? İstemiyorum, sabah 5 de kalkmam, zaten yorgunum, hastayım. İşte buna "ruh eksikliği" denir.
Bu durumda inatçı olmaktan başka çare yok, bu aşama olmalı, yoksa sadece bedensel ihtiyaçlarıyla sınırlandırılmış bir canlı olarak hayatıma devam ederim.
Ayrıca kimin hayatı kolay ki? Hatta bir çok meslektaşıma göre refah içindeyim. Yani okuyacak kitaplarım, beni anlayacak arkadaşlarım, harika bir ailem ve her türlü bilgiye ulaşabilecek internetim var.
Ne kadar güzel değil mi?
İhtiyacım olan bedenimin sorduğu sorular ne kadar mantıklı da olsa onların üzerinde hareket edebilmek. Tabi ki kendi eksikliklerimi tamamlamak ancak başkalarına faydalı olduğum durumda işe yarar. Çünkü kendisine ait olamayanı yiyen, başkasının yüzüne bakmaya korkar.
Mesela asit yağışlarının sadece yağmur değil kar şeklinde de olabileceğini yeni öğrendim. Gerçekten. Gülmeyin, okulda sınavı geçmeye çalışmaktan, çalışırken ay sonunu getirip fatura ödemekten vaktimiz mi oldu? Sonuçta ilk fırsatta da okuyup öğrendim işte. Yağmur suyunun normal pH değerinin 5.6 olduğunu bile unutmuştum bir ara.
Neyse işlerin sırası şu değil mi;
1- Su buharı havada yükselir, soğur ve yoğuşur (insan her gün yeni bir şey öğrenir, kendini bir şey sanır, bir unvan edinir.)
2- Bu damlalar katı faza dönüşür bulutlarda (iyice yerleşenler, değişime direnenler)
3- Bazı bulutların küçük damlacıklar oluşturup, parçalar halinde yağmur kar ya da karla karışık yağmur olarak yağması. (yükseldiğimiz yerden düşmemiz gerekiyor tekrar çıkmak için)
Bu normal, genel sıra, ancak bir konu daha var, her şey bu kadar basit değil. Bir yağış oluşurken bulutu oluşturan karışım içine, diğer gaz, sıvı ve katılar da kimyasal olarak yükselmekte ve yer yüzüne yağış olarak dönmektedir.
Yani ne verirsek onu almıyor muyuz?
Biz de atmosfere bolca asit verdik. O da ne yapsın tuttu bize geri verdi.
ABD de göllerin %4 ü, akarsuların İse %8 i kronik olarak asidik. Florida ise bu bölgede en çok asitli yer yüzü suyuna sahip bölge. (Göllerin %23 ü, nehirlerin ise %36 sı).
Türkiye de böyle bir istatistik yok, ya da ben bulamadım. Su pH'ı yazınca artık musluktan su içemeyecek hale geldiğimiz için markaların pH seviyeleri çıkıyor google'da. Akarsularımızın, göllerimizin, denizlerimizin pH'ını ölçüp, istatistiğini tutan bir Allahın kulu yok mu? Bilen yazabilir mi arkadaşlar?
 
Vücudumuzda; 6 litre kan, 100 bin saç, 37 trilyon hücre, 100 milyar nöron, 115 bin kalp atışı/gün, 10 milyon rengi görebilme, 50 bin farklı kokuyu algılama yeteneği varmış...

 
Son düzenleme:
İNSAN ÖRNEĞİ İÇİN UYGUN NUMUNE KAPLARI

Ben neyim?
Kötü davranışlarımız ya da etrafımızda gördüğümüz kötülükler, bunların ne kadar kötü olduğunu düşünmemiz, hep iyi bir sistem içinde olduğumuzu gösteren işaretler.
Tüm koşullar bizleri sorgulamaya getirir. Aklımız karışıktır ve olup bitenleri saçma, yaşamayı değersiz buluruz. Ancak bu yolla daha iyisi nasıl olabilirdi, yani aslında olmasını istediğimiz şey ne bulabiliriz. Sadece savaş olduğunda, barış isteyebiliriz. Yoksa barış ne bilemeyiz. Buz gibi kıştan dolayı yaza özlem duyarız.
Önce kışa köle oluruz, bitene kadar başka çare var mı? Soğuktan öyle bir çaresizliğe geliriz ki yazı hatırlatacak, umut verici bir şeyler icat etmek zorunda kalırız. Yaza benzeyen bir şey, ateş!

Eğer sistem bizi geliştirmek isterse önümüze bol bol sıkıntılar koyar. Bunları aştıkça da daha karışık olanı önümüze getirir. Yani dağına göre kar yağar.
Kendine bir program yaptığında hep hesapta olmayan şeyler ortaya çıkar. Programını dört dörtlük yerine getiremediğini, neden kendine ve etrafındaki koşullara hükmedemediğini düşünürsün. Çoğu zaman da doğrudan kendine hakim olamama ve iradesizlikten gelen tembelliklerinle yüzleşirsin. Kış kıştır, hava soğuyacak, buz tutacak tabi her yer, sen tedbirini almakla sorumlusundur. Aslında yaptığın ettiğin kendin içindir. Bu kişiyi hayattan ayırır. Kişi böyle giderse 100 sene de sürse işi hayatı boyunca hizmet eder.
Neden? Çünkü üşümemek için. Peki neden üşümek zorundasın? Hep tam da 22 derecede olamaz mıydı yani? Kişi bunun sebebini sormakla gelişir. Hep daha fazlasını istememekle, aza kanaat etmenin güzelliğiyle kandırır sistem. Ama gerçekten kişinin faydasına. Zamanla bıkarsın ve yetmez. Tam da bu sebeple yeni keşifler yapmaya başlarsın.
Hayatımın anlamı ne?
Etrafında bu soruyu soran kişiler yoksa, sen de onların oyalandıkları işlerle oyalanır, meslek denen oyuncaklarla oynamaya devam edersin, herkesin yaptığı gibi yani. Bunları böyle yazarken kendimi ayrı tutmuyorum. Sadece bunu fark etmek bile bana değişik geliyor.
Doğa insanı farkındalık içinde uyandırdığı zaman, patron kontrolünde yaşamaya değer olmadığını da görüyorsun. Ama bu aşama şart! Patron bir simge aslında, tıpkı kışın yazı özletmesi gibi, hizmet etmekle yönetmek arasındaki ilişki. İnsan kendini yönetmeli önce, o zaman kendisi bir ateş olur. Diğerleri mumun ateşe yaklaştığı gibi boyunlarını bu yöne uzatacaklar.
Boynumu kime uzatıyorum diye bakarım bazen. Gerçekten değerli olmalı.
İşte ben de hatalar yapa yapa doğruları bulmaya çalışırım.
Bir şey seni rahatsız etmezse asla "neden yaşıyorum?" diye sormazsın.
O yüzden yani sırf bu soruyu sormak için en zor planları yapar, nasıl en kolay görevleri bile zamanında ve eksiksiz yerine getiremediğimi izlerim. Böylece beni ilerleten bu soruyu sormak için gün içinde defalarca fırsat oluştururum.
Bunu başka insanlara tavsiye etmedim. Çünkü bir çoğu içinde bulundukları durumun stabil olmasından memnundur. Hatta değişiklik çok korkutucu olabilir. Her ay sonunda maaşını aldığın bir iş yerinde, yıllarca aynı imzayı atmak, tarım yapıp domatesler çıkacak mı diye beklemekten daha kolay gelir. Böylece zamanla bir şeyler üretmeyi unuturuz. İmza attığımız ve artık kendimize bile faydası olmayan iş mekanlarının kölesi oluruz. Her gün sabah kalkmaya alıştık, imza atmaya, ay sonunda aldığımız maaşa ve sıcak kahveye alıştık. Bunun değişmemesi için her şeyi yaparız. Hayatında tek bir kitap kapağı açmamış, hatta okur yazarlığı bile olmayan, sinekleri, fareleri ve yılanlarıyla kokulu çöp depo alanlarının sahiplerine patron demeye razıyız.
Bu arada bunu hak ettik. Çünkü biz kendimizi idare edemeyiz. Birinin bizi yönetmesi lazım. Bu doğru. Çünkü ya sen kendini yöneteceksin, ya da bir başkası seni yönetecek. Eninde sonunda yönetileceksin!
Birincisi çok daha zor ve henüz başaramamış olmakla beraber, bu çabada bir ışık görüyorum. Çok defa bu iş bana göre değil dedim (kendini yönetmeye çalışmak). Bir amaç olmalı, ta ki kişi öyle bir aşamaya ulaşsın ki "işte bu, bunu elde etmeliyim" desin. Her kişi için kalbinin rahat ettiği yeri bulmasını dilerim.
Numune kaplarının malzeme çeşidi, (insanın kişilik yapısı), içine alınacak örneğin kimyasal yapısına (neleri kabul edebileceğine) göre seçilir. Asitli çözeltiler de plastik kaplar kullanır (zararlı şeylere katlanabilmek için zararlı hale gelmek gerekir), cam numune kabı tercih edilmez (zaten böyle insanlar kendilerinin zarar gördüğünü hemen anlar, tepki verirler). Çünkü pH oranlarında değişikliğe sebep olur. :) Ama yağmur suyunda pestisit var mı yok mu ona bakılacaksa, plastik kap kullanılmaz (Hoşuna gitmese de kendisine gerçekleri sadece kişilikli, yani kendini yönetebilen insanlar söyler). İşte böyle!
 
Son düzenleme:
Hepimiz şekilleri belirlenmiş kalıplarda/kaplarda muhafaza ediliyoruz. Evrenin doğasına göre sistemsizlik bile belki bir sistem içerisinde sürecine devam ediyordur.
 
Bilim Merkezleri Web Portalı Yayında!


Değerli Araştırmacılar,

Günümüzde bilim ve teknolojiyi topluma ulaştırmada en etkili araçlardan kabul edilen bilim merkezleri ile ilgili tüm bilgilere 7’den 77’ye herkes rahatça ulaşabilsin diye TÜBİTAK bilim merkezleri web portalını yayına alıyor. Bilim merkezleri web portalında, bilim merkezleri tanıtılıyor, bilim merkezi içeriklerine ve dünyada bulunan bilim merkezi örneklerine yer veriliyor, kısacası bilim merkezleri ile ilgili aranılan tüm bilgilere ulaşılabiliyor. Ayrıca web portalında, TÜBİTAK destekli bilim merkezlerinin haberleri, duyuruları ve etkinliklerine de tek adreste ulaşım imkânı sunuluyor.

Web portalına
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
ulaşabilirsiniz.

Bilim merkezleri sahip olduğu sergi düzenekleri ve eğitim atölyeleriyle ziyaretçilere bilimi uygulayarak ve deneyerek eğlenceli bir şekilde keşfetme imkânı sunarken; bilim merkezlerinde gerçekleştirilen bilim söyleşileri, bilim kafeler, bilim şenlikleri gibi etkinliklerle ziyaretçilerin deneyimleri zenginleştirilmektedir.

TÜBİTAK, bilim merkezlerinin toplumumuzda bilim kültürünü yaygınlaştırmak için son derece kritik bir rol üstleneceği öngörüsünden yola çıkarak, ülkemizde bu merkezlerin kurulmasını ve yıllar içinde sayılarının artırılmasını hedeflemektedir. Bu kapsamda 2008 yılından bu yana Konya, Kocaeli, Kayseri, Bursa, Elazığ ve Üsküdar Bilim Merkezleri hizmete açılmış olup; yeni bilim merkezlerinin kurulum çalışmalarına devam edilmektedir.



Saygılarımızla,



TÜBİTAK Bilim ve Toplum Daire Başkanlığı
 
ABORJİNLER VE VAHŞİLER

Bir problemin sadece tek bir çözümü yoktur. Farklı yönlerden baktığımızda çözüm sandığımızdan daha basit olabilir. Doğaya karşı çalışmaktan ziyade, birlikte çalışmak en iyisidir. Planlanmadan yapılmış uzun ve yorucu çalışmalar ne çevreye ne de besin üretimine beklenen memnuniyeti vermiyor. Bir toprak alanında sadece tek bir ürünü yetiştirmeye çalışmak, çok verimsiz. Çünkü bitkilerin de kendi aralarında bir iletişim sistemleri var ve birbirlerini besleyen maddeler üretiyorlar. Yani aralarında bizim bir türlü görmek istemediğimiz bir bağ var.
İnsan kendisi için de bu konunun ne kadar hayati olduğunu anlamalı. Bizler aramızdaki bağı unuttuğumuz için bitki ve hayvanların arasındaki bağı da hiçe sayma eğilimindeyiz. Doğa tamamen bir bütün halinde, en verimli halinde yaşıyor, burada uyumlu olan için büyük bir çaba da gerekmiyor, her öge üzerine düşen küçük görevi mükemmel bir şekilde yerine getirip etrafındaki diğer unsurlara faydalı oluyor.
Bir tarlaya tek bir ürün ekip, ilaçlarla, hormonlarla sadece para kazanmak için verim almaya çalışmak ve böcekler, çeşitli bitkiler, hayvanlar ve diğer doğal unsurların birbirini besleyerek çoğalmalarına izin vermek arasında, bir vahşi ile bir Aborjin arasındaki fark var. Vahşi süt veren bir canlı görse sütünü almak için onu keser, tek seferde elde ettiği ve bir sonraki ihtiyacında bir başka kurban aradığı bir duruma düşer. Aborjin ise sadece ihtiyacı kadarını alır. Tüm bolluk ona saygıyla aldığı için kolayca verilir. Böylece süt her zaman yeterince var olmaya devam eder.
Afrika savanları ve Avustralya çalılıkları, sürülmüş ve çitle çevrilmiş sistemlerden daha fazla ürün verir.
Sürekli isteklerimiz doğrultusunda etrafımızdaki canlılara kendi çıkarımız için zarar vermeyi çok çalışmak zannediyoruz. Eğer böyle biriysen lütfen otur ve hiç bir şey yapma daha iyi.
Bir permakültür kitabında Aborjinlere ait küçük evlerin bahçeleri şöyle tasvir ediliyor:
"Bahçeler evlere yakın ve etrafını sarmış durumdadır ve küçüktür.
Sadece birkaç yüz metre kare. Bunların hiçbiri tam olarak aynı değildir. Burada çeşitli narenciye ve mango yetişen meyve ağaçları var.
Ve orada, büyük ağaçların gölgesinde çalılık çalılık. . .
Tapyoka bitkileri bir veya iki çeşit olarak ağaç kenarlarında büyümüş. Bol bol gölevez bitkisi
bahçe etrafını sarmış durumda.
Burada hemen sıra sıra mısır ve bunlara sarılmış fasulyeler. Her yere tırmanmışlar ve diğer bitkilerle karışmışlar. Türlü türlü kabak asmaları ve bunların değişik renkte ve kokuda türleri de var. Aynı asmalardan salatalar saçaklar üzerinden süzülüyor.
Evin arkası boyunca koşun. Ağaçların tepesine tırmanın. Göreceğiniz çiçekler ve diğerleri için çok faydalı yabani otlardır.
Bunlar yıldız çiçeği, kılıç zambak, tırmanıcı güller, kuşkonmaz, eğrelti otları ve kana çiçeği gibi rengarenk bitkiler.
Tahıl amaranthları zaten kendi kendilerine her yerde büyümüşler..."
Anlatım bu şekilde devam ediyor. Sadece okumak ve böyle bir yerin olduğunu hayal etmek bile insanı mutlu ediyor. Bu metinlerde geçen bitkileri belki hayatımda hiç görmedim, belki gördüm ama isimlerini bilmiyorum. Doğa, çevre denince benim aklıma böyle şeylerin sürdürülebilirliği geliyor. Lastik fabrikasından çıkan atıkları nereye depolayacağımız değil. Tehlikeli maddeleri hangi okyanusun dibine yollayacağımız da değil.
 
İngiltere kömürsüz saat sayısında iki rekor birden kırdı
2019’da kömürden elektrik üretilmeyen zaman şimdiden 700 saati geçti
Birleşik Krallık’ta elektrik üretiminde kömür kullanımı tarihin en düşük seviyelerinden birine geriledi.
Araştırma kuruluşu Cornwall Insight, 8 Nisan 2019 tarihi itibari ile ülkenin 2019’un ilk üç ayının neredeyse üçte birinde kömüre dayalı elektrik üretimi gerçekleştirmediğini açıkladı.
Kuruluşun Twitter hesabı üzerinden yayınladığı mesajda 8 Nisan itibari ile ülkede 2019 yılı elektrik üretimi için kömür kullanılmayan saat sayısının 648,5’e ulaşıtığı bildirildi.
Mesajda bunun 2017’de gerçekleşen 614,5 saat seviyesinin üstünde olduğu belirtilirken, geçen yılın aynı dönemi için bu rakamın yalnızca 108,5 saat olduğuna dikkat çekildi.
Mesajda yaşanan bu olumlu gelişmede mevsim sıcaklıklarının ılıman seyretmesi, rüzgar enerjisi santrallerinden sağlanan elektrik üretiminin artması ile doğal gaz kaynaklı elektrik üretiminin teşvik edilmesinin etkili olduğuna vurgu yapıldı.


D3njKKAWsAA7NMp


Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .


Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
 
Bilim insanları, tuzu sudan arıtan yeni bir yol buldu
Bilim insanları, endüstriyel su atıklarındaki tuzlu suyu arıtarak küresel su kıtlığı ile mücadelede yeni bir yol bulduklarını duyurdu.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Columbia Üniversitesi’nden araştırmacılar, okyanus suyundan yaklaşık on kat daha tuzlu olan endüstriyel su atığını arıtmanın yeni bir yolunu bulduklarını açıkladı.
Araştırmacılar, ‘Temperature Swing Solvent Extraction’ (TSSE) adını verdikleri bu yöntemle aşırı tuzlu sıvılardaki tuzu ayrıştırabildi. Bu da gelecekte deniz suyu gibi tuzlu suyun içilebilecek bir duruma gelebileceğine ve endüstriyel su atıklarının doğaya daha az zararlı hale gelebileceğine işaret ediyor. Endüstriyel su atıkları, toprağa zarar veriyor, sebze ve meyvelerin besin tuzlarını emmesini engelliyor ve hayvanları zehirliyor.


Cnet.com’daki habere göre, araştırmanın başındaki Profesör Ngai Yin Yip, çözücü (solvent) kullanarak aşırı tuzlu su örneğini karıştırdı. İki sıvı da kabın içersinde ayrı ayrı katmanlandı. Ancak kabı ısıtarak çözücüyü ayıran araştırmacılar, diğer kaptaki çözücüyü yeniden ısıttıklarında içinde temiz bir su katmanı elde ettiler.

Araştırmada, TSSE yönteminin, çözücü kullanıldığında başarılı sonuçlar verdiği ifade edildi.


Habere göre, araştırmacılar, bu çalışmayla sudaki tuzun yüzde 98.4’ü ayrıştırmayı başardılar. İşlemin gerçekleşmesi için 70 dereceli bir sıcaklık yeterli oldu.

Bu gelişmenin, atık suyun arıtması ve insanların tüketimi için içme suyu kazanılması açısından bir çığır açacağı belirtiliyor.
 
tabi kemal sunalın filminde ki gibi yazı silinir diye yapmak da alternatif ... :)
Ekli dosyayı görüntüle 1507940147251-drlcss.mp4





























PİSAGOR'UN ADALET KUPASI

Ünlü Matematikçinin buluşu olan bu ilginç bardağın çok önemli ve anlamlı bir özelliği bulunmaktadır.
Pisagor’un 2 bin 500 yıl önce icat ettiği Adalet Kupası (Dikea Kupa) ters Çan biçimindedir ve ilginç bir özelliği vardır.
Kupanın altında bir delik vardır ancak sınırları aşmadığınız sürece kupa içindeki dökülmez.
Kupanın içinde bir sınır vardır ve bu sınırdan fazla doldurursanız içindekiler alttaki delikten tamamen akar.
Adalet Kupasının bu ilginç özelliği adeta şu mesajı verir:

“İnsan bazen yaşamın sundukları ile yetinmeyi bilmelidir, zira daha fazlasını arzularken elindekiler de kayıp gidebilir…”

Ekli dosyayı görüntüle 1507940147251-drlcss (1).mp4
 
Coca Cola %100 geri dönüştürülmüş pet kullanmaya başladı
Şirket bu adımı ile yıllık 3.100 ton plastik kullanımının önüne geçecek

Coca Cola tamamen geri dönüştürülmüş plastikler ile üretilen şişeye sahip ilk ürününü piyasaya sundu.

Coca Cola Birleşik Krallık tarafından yapılan açıklamaya göre şirketin ülkenin içecek piyasasına sunduğu GLACÉAU smartwater ürünlerinin 600 ml ve 850 ml olan hacme sahip şişeleri 2019’da tamamen geri dönüştürülmüş plastikler ile üretilmeye başlandı.

Bu sayede yılda 3.100 ton plastik kullanımının önüne geçilmiş olacağı bildirilen açıklamada, şirketin 20 ayrı üründe kullandığı plastik şişelerdeki geri dönüştürülmüş ürün oranını iki kat artırarak %50’ye ulaştırmaya çalışıyor ve buna 2020’nin ilk aylarında ulaşmayı hedefliyor.

Bu adımlar Coca Cola’nın plastik tüketimini 2020 sonrasında yılda 23 bin ton düşürmesini sağlayacak.

Birleşik Krallık’ta yılda 5 milyon ton plastik tüketilirken, bunun yalnızca %25’lik bölümü geri dönüştürülebiliyor.

Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .


Ankara YHT Garı LEED sertifikası aldı
Bina Türkiye’de LEED sertifikası alan ilk tren istasyonu oldu


ankara-yht.jpg


Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı’nın Amerika Yeşil Binalar Konseyi (USGBC) tarafından verilen LEED sertifikasını almaya hak kazandı.

Bina
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
,
LEED BD+C: Core and Shell v3 sertifikası almaya hak kazandı. Projenin danışmanlığını ise Venesco şirketi gerçekleştirdi.

Limak Yatırım’dan konu ile ilgili yapılan açıklamadaki bilgilere göre proje kapsamında su tasarrufu sağlamak için 240 ton kapasiteli 2 adet su deposu bulunan “Yağmur Suyu Toplama Sistemi” kuruldu. Burada toplanan sular ise filtrasyondan geçirildikten sonra hem peyzaj sulamasında, hem de klozet rezervuarlarında yeniden kullanılıyor. Bu sisteme eklenen verimli armatürler ve çift basmalı rezervuarlar ile birlikte ABD standartlarındaki bir binaya oranla toplamda % 56 oranında su tasarrufuna ulaşıldı.

Enerji verimliliği hedefleri kapsamında da gün ışığından en yüksek derecede yararlanmak için çatıda ışık alabilecek büyük alanlar bırakıldı, bina içindeki civa içermeyen aydınlatma armatürlerinin otomasyon sistemi ile entegrasyonu sayesinde gün ışığı miktarına göre yanması sağlanarak, gün içinde daha az enerji tüketimi ve önemli seviyede enerji verimliliği sağlandı. Cephe tasarımında ısı iletim katsayısı düşük olan teknolojik camlar kullanılırken, ısıtma, soğutma sistemleri ve kullanılan pompalar da enerji verimliliği yüksek modellerden seçildi.

Yapılan Enerji Simülasyonu da atılan bu adımların istasyonda ABD standartlarındaki bir binaya göre enerjinin yüzde 14,6 daha verimli kullanıldığı ve havalandırma kanallarından verilen havanın standartlardan yüzde 30 daha temiz olduğu kanıtlandı.

Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı Cengiz, Limak ve Kolin şirketlerinin oluşturduğu konsorsiyum tarafından Yapİşlet-Devret modeli ile yapılmıştı.

Projede tren garının yanı sıra 134 odalı bir otel, 164 mağazadan oluşan bir alışveriş merkezi ve 4.500 m² ofis alanı bulunuyor.

Binanın günlük 50 bin yolcuya hizmet verme kapasitesine sahip tren garı bölümünde ise 6 peron ve 26 bilet gişesi bulunuyor.
 
Mars’taki 7. Yılında Curiosity’nin Bize Gösterdiği 7 Muhteşem Şey



marstaki-7-yilinda-curiositynin-bize-gosterdigi-7-muhtesem-sey-758x307.jpg


6 Ağustos 2012 ‘de, altı aylık efsanevi bir yolculuğun ardından, NASA gezgini Curiosity en sonunda Mars’taki yeni evine ulaştı. Bu hafta,inişinden bu yana yedi Dünya yılını işaret ediyor ve Curiosity’nin İniş Günü ’nü bize getirdiği bazı harikalarla kutluyoruz.
Bu küçük gezgin Gale Kraterinde tamamen yalnız başına. Aslında, 15 yıldır aktifliğini sürdüren Opportunity ’nin bu yılın başlarında dev bir fırtınada kaybolduğu ilan edildikten sonra, tüm gezegendeki tek aktif gezgin oldu.
marstaki-7-yilinda-curiositynin-bize-gosterdigi-7-muhtesem-sey-1024x415.jpg
Mars’taki 7. Yılında Curiosity ‘nin Bize Gösterdiği 7 Muhteşem Şey
Buna rağmen Curiosity şaşırtıcı bir koşuşturma yaşıyor. Nükleer motorlu gezgin sadece iki yıllık bir görev için planlandı, ancak o kadar iyi gidiyordu ki, Aralık 2012 ‘de görev tarihi belirsizce uzatıldı.


Şimdiye kadar, Gale Krateri’nin 21 kilometre boyunca gezindi ve Mount Sharp ‘ın tabanından 368 metre tırmandı. Bu yolculuklarda Curiosity,hiç kimsenin görmediği manzaralara robotik gözlerini çevirdi, Mars topraklarını ve rüzgârını tattı ve eve bir veri hazinesi gönderdi.

İşte Curiosity gezgininin İniş Günü’nün yedinci yılında bize Gösterdiği 7 Şey:
1. Curiosity – Mars’ta Sıvı Su!
Şimdilerde Mars’taki sıvı su fikrine oldukça alışığız, ancak 2013’te çok büyük bir uğraş oldu. Curiosity, kurumuş bir nehir keşfetti. Bu konuyu, Gale Kraterinin bir zamanlar büyük bir göl olduğu ve nihayetinde Mars’ta bu güne kadar sıvı su olabileceğinin varsayımları izledi.
Diğer yörüngedekicihazlar da Mars’ı tozlu bir çöl olarak algılamamıza meydan okuyan ve gelecekteki kolonileşme girişimlerimiz için ilginç çıkarımlar sunan kanıtlar buldu.
2. Tüm Yaşam Bileşenlerinin Listesi
En eski bulgulardan biri de, Mars’ın bir zamanlar mikrobiyal hayata elverişli olabileceğidir. Toprağın altındaki ana kayadan delinip alınan örneklerde bilim adamları kükürt, azot, hidrojen, oksijen, fosfor ve karbonu tanımladılar. Bunlar, DNA oluşumu için temel kimyasal bileşenlerden bazılarıdır.
Mars’ın bir zamanlar yaşadığı ıslak ortamla, Dünya’daki yaşam hakkında bildiklerimiz birleştirildiğinde, oldukça yaşanabilir görünüyor.
NASA’dan Michael Meyer, “Bu görev için temel soru, Mars’ın yaşanabilir bir ortamı destekleyip desteklemediğidir.” Dedi. “Şimdiki bildiklerimize göre de cevap EVET…”
3. Bor
Curiosity, Mars’taki mineral borunu tanımlayan ilk gezgindi. Bu borSharp Dağı’na tırmanırken kayaya gömülü bir mineral damarındaydı.
Bu heyecan verici bir açıklama, Dünya’nın çöl bor birikintilerinde gördüklerimize dayanarak en muhtemel açıklama, borun buharlaştırıcı bir işlemle oraya serilmiş olmasıdır; yani, 0 ila 60 derece santigrat derece arasında olan ve o zamandan beri kurumuş olan sıvı suda çözülmüştür.
Bu yaşanabilir bir sıcaklıktır. Yine de bu hala mikropların doğrudan kanıtı ile aynı değildir, ancak Mars’ı bir zamanlar yaşanabilirliğe biraz daha yakınlaştıran başka bir parçadır.
4. Curiosity – Mars Gazı
Zamanla, CuriosityMars’ta kararsız metan seviyelerini tespit etti. Çok fazla değil ama merak uyandırıcı olacak kadar yeterli.
Gezegenimizde metan çoğunlukla biyolojik işlemlerle üretilir, bu nedenle Mars yüzeyinin altında yaşayan mikropların olduğu bir ipucu olabilir. Bununla birlikte, Güneş Sisteminin başka bir yerinde metan jeolojik işlemlerle üretilir, bu yüzden kendimizden çok daha fazlasını alamayız.
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
bilimciler ve astrobiyologlar bunun dibine inmek için can atıyorlar. Dürüst olmak gerekirse biz de öyleyiz. Bu büyüleyici bir gizem!
5. Organik Bileşikler
Daha geçen yıl, Curiosity bize nihayet Mars ‘taki çeşitli organik bileşiklerin kesin kanıtlarını verdi. Delinmiş örneklerde, tiyofen, 2- ve 3-metiltiyofenler, metanetil ve dimetilsülfid tanımladı – bu da Marskiltaşındaki organik kimyanın, Dünya’daki kiltaşlarına oldukça yakın olduğunu gösteriyor.
NASA ‘dan Thomas Zurbuchen, “Bu yeni bulgularla, Mars bize rotayı sürdürmemizi ve yaşam kanıtlarını aramaya devam etmemizi söylüyor.” Dedi. Kendisi çok heyecanlı!
6. Zıt Gökyüzü
marstaki-7-yilinda-curiositynin-bize-gosterdigi-7-muhtesem-sey1-1024x914.png
Mars’taki 7. Yılında Curiosity ‘nin Bize Gösterdiği 7 Muhteşem Şey
Mars’ın göklerinin Dünya göklerinden oldukça farklı olduğunu zaten biliyorduk, ama Curiosity, o muhteşem farklı gün batımından birini kendi gözlerimizle görmemize izin verdi. Ve gerçekten de farklı!
Gündüz gökyüzünün mavi olduğu ve gün batımı gökyüzünün ise kırmızıya döndüğü Dünya’dan farklı olarak, Mars’ın gündüz gökyüzünün kırmızı olduğu ve gün batımının mavi olduğu görülür.Yani tam tersi.
Çünkü Dünya gün batımı sırasında, spektrumun mavi ucundaki ışık dalga boyları atmosferdeki gaz molekülleri tarafından dağılır. Mars’ta bunlardan çok yok. Bunun yerine, bir sürü toza sahiptir – ve bu kırmızı dalga boylarını saçar, bu da Güneş battıkça mavi bir gökyüzü oluşturur.
7. Ay Tutulmaları
Mars’ta Phobos ve Deimos adında iki ay var. Deimos her 30.3 saatte bir Mars’ın yörüngesinde. Phobos için bu sadece 7.65 saat.
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
için bu çok fazla fırsat ve Curiosity bazılarını çekmeyi başardı.

Mars’taki 7. Yılında Curiosity ‘nin Bize Gösterdiği 7 Muhteşem Şey
Bu tutulmalar Dünya ‘nın güneş tutulmalarından çok farklı görünüyorlar: Güneşin önünden geçen ve hiçbir zaman ışığını tamamen engellemeyen bir kaya yığını gibi. (Bunun nedeni Dünya’nın aslında biraz garip olmasıdır. Bizim Güneşimiz ve Ayımız tam olarak doğru mesafelerdedir, bu yüzden Dünya’dan Gökyüzünde neredeyse aynı boyutta görünürler.)
Bunu zaten biliyorduk elbette. Ama bazen farklı bir bakış açısı görmek, içinde yaşadığımız harika bir evreni gerçekten vurguluyor.
 
Parmaklarımız neden çıtlar?
Bazı insanlar her iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek ve onları gererek ses çıkartırlar, yani çıtlatırlar. Çoğumuz buradan gelen sesin kemiklerden geldiğini sanırız, hatta rahatsız oluruz ama nedense bunu yapanlar hallerinden memnun görünürler.

En çok ve kolaylıkla çıtlattığımız yerler vücudumuzda en çok bulunan sürtünmeli eklem yerleridir. Bu tip eklem yerlerinde, örneğin parmaklarımızda, iki kemiğin birleştiği yerde bir bağlantı kapsülü vardır. Bu kapsülün içinde kemiklerin hareketleri sırasında buraları yağlayan bir sıvı vardır. Bu sıvının içinde erimiş halde oksijen, nitrojen ve karbondioksit gazları bulunur.

Vücudumuzda en kolay çıtlatabileceğimiz eklem yerlerimiz parmaklarımızdır. Parmaklarımız gerilince ve eklem yerlerimiz düzleşince bu kapsül de gerilir. İçindeki sıvının basıncı azalır ve gaz kabarcıkları patlamaya başlar. İşte kulağımıza gelenler bu seslerdir. Patlayan kabarcıklar neticesinde gazlar bu sıvıyı terk eder, sıvı daha da genleşir ve eklem yerinin hareket kabiliyetini arttırır.
Şüphesiz ki eklem yerinin gerilmesi, bu kapsülün boyu ile sınırlıdır. Eğer parmaklarınızı çıtlattığınız anda röntgenini de çekerseniz, eklem içinde oluşan gaz kabarcıklarını görebilirsiniz. Bu olay eklem yerindeki hacmi yaklaşık yüzde 15-20 artırır.

Aynı parmağınızı arka arkaya çıtlatamazsınız. Bir süre beklemeniz gerekir, çünkü gaz kabarcıklarının sıvı içerisinde tekrar oluşması biraz zaman alır.
Tüm bu açıklamalar, deneylerle ispatlanmasına rağmen, yine de bu kadar küçük gaz miktarının bu kadar büyük bir ses çıkarabilmesinin nedeni hala anlaşılmış değildir. Bu sorunun tatmin edici bir cevabı da henüz yoktur. Ayrıca detaylı çalışmalar göstermiştir ki, çıtırdama sırasında iki ayrı ses duyulmaktadır. Birincisinin gaz kabarcıklarının patlaması olduğu biliniyor. İkinci sesin ise kapsülün uzama sınırına vardığında çıktığı sanılıyor.

Evet geldik en çok merak edilen soruya! Parmaklarımızı çıtlatmak vücudumuz için zararlı mıdır? Bu konuda elde çok az bilimsel çalışma sonucu vardır. Bir görüşe göre parmak çıtlatmanın eklem yerlerimizdeki sıvıya bir tesiri yoktur. Diğer bir görüşe göre ise sürekli olarak bunu yapanlarda ve bunu alışkanlık haline getirenlerde, eklemler etrafındaki yumuşak doku zarar görmekte, parmaklar şişmekte, dolayısı ile elin kavrama gücü azalmaktadır.
 
Üst