• Sayın Üyeler,

    Site görünümünün gündüz açık renk tema, gece koyu renk tema olacak şekilde otomatik değişmesini sağlayan bir düzenleme yapılmıştır. Görünümün otomatik değişmesini istemiyorsanız, bu ayarı hesap tercihlerinizden kolaylıkla değiştirebilirsiniz. Açık/Koyu temalar arasında ki geçişin otomatik olmasını istemeyen üyelerimiz üst menüde yer alan simgeler yardımıyla da kolayca geçiş yapabilirler.

    Site renklerinin günün saatine göre ayarlanmasının göz sağlığına faydaları olduğu için böyle bir düzenleme yapılmıştır. Fakat her üye görünüm rengini tercihine göre kullanmaya devam edebilecektir.

Türkiye gündemine dair haberler

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Çevre Bakanlığı'ndan İzmit Körfezi açıklaması: Zarar kirletenden alınacak
İZMİT (Kocaeli), (DHA) - ÇEVRE ve Şehircilik Bakanlığı, İzmit Körfezi'ndeki kirliliğin büyük oranda temizlendiğini, kirliliğe neden işletmeye gerekli idari yaptırımın uygulanacağını belirterek, zararın tazmininin kirletenden alınacağını açıkladı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İzmit Körfezi'nde yaşanan çevre kirliliğiyle ilgili yazılı açıklamada bulundu. Bakanlık, İzmit Körfezi'nde yaşanan deniz kazasına anında müdahale edildiğini belirterek şu görüşlere yer verdi:

"12 Ocak Perşembe günü Dilovası bölgesinden denize fuel oil döküldüğü ihbarı üzerine, Bakanlığımız Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Liman Başkanlığı ve Kocaeli Büyükşehir Belediyesi yetkilileri olay yerine intikal etmişlerdir. Tesiste bariyer çekme ve kirliliği temizleme çalışmaları tesis yetkilileri ve yetkili acil müdahale firması tarafından başlatılmış, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından olay yerinden numune alınmış ve analize gönderilmiştir. Kirliliğe acil müdahale işlemleri gece boyu sürdürülmüştür. 13 Ocak günü İzmit Körfezi'nin çeşitli yerlerinde deniz kirliliği olduğu ihbarları alınmıştır. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan havadan kontroller sonucu kirliliğin Dilovası bölgesinden geldiği gözlemlenmiştir. Kocaeli Liman Başkanlığı tarafından 2'nci seviye kirlilik olduğuna dair Kocaeli Valiliği'ne yapılan bildirim sonucunda, Bakanlığımız tarafından onaylanan Marmara ve Boğazlar Bölgesel Acil Müdahale Planı doğrultusunda Valilik tarafından İl Kriz Merkezi kurularak çalışmalarına başlamıştır. Ayrıca, konu ile ilgili zarar tespit komisyonu kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır."

ZARAR KİRLETENDEN ALINACAK
Alınan numunelerin TÜBİTAK'a gönderildiği belirtilerek, şu açıklamada bulunuldu: "Deniz yüzeyindeki kirliliğin kaynağının analizle teyit edilmesi için Bakanlığımız Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ekiplerince numuneler alınmış ve parmak izi analizi için TÜBİTAK'a gönderilmiştir. Söz konusu bölgede toplam 3 adet acil müdahale firması tarafından 350 personel görevlendirilerek temizlik çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Ayrıca, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü Seyit Onbaşı gemisi ve tahlisiye botu deniz operasyonlarını koordine etmek amacı ile olay yerine intikal etmiş, deniz temizleme çalışmalarını sürdürmektedir. Bunlara ilaveten tüm limanlar tarafından kendi personelleriyle temizlik işlemlerine destek verilmektedir. Bakanlığımız Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve Kocaeli Liman Başkanlığı teknik personelleri sahada çalışmalarını sürdürmektedirler. Kirlilikten etkilenen yaban hayvanlarına ilgili kurumlar tarafından gerekli müdahaleler yapılmaktadır. Ayrıca, acil müdahale çalışmalarına destek olunması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı'ndan heyetler yerinde incelemeler yapmıştır. Kirliliğin başladığı andan itibaren temizleme çalışmaları yoğun bir şekilde devam etmekte olup, kirlilik büyük oranda temizlenmiştir. Kirliliğe sebep olan işletmeye 2872 sayılı Çevre Kanununa istinaden gerekli idari yaptırım uygulanacaktır. Ayrıca zararın tazmini kirletenden alınacaktır."

Kaynak:
Gizlenen içeriği görüntülemek için Giriş Yap yada Kayıt Ol .
 
İyi ki ahiret var, yoksa buna sebep olanlar bu dünyada bunun cezasını çekmez/çekemez, öyle bir hukuk sistemi yok malesef.
 
bizim milletin en iyisi yaptığı şeylerden biri SUSMAK ... başına gelince woooo olmaz böyle diye inler sonra ...
 
Hocam ahiret var var da buna sebep olan 'kansızların' cezalarının ahirete kalması bu dünyada en ufak bir rahatlık çekmeleri benim kanıma dokunuyor vallahi.
 
o ayrı tabiki depozito olabilir fakat açıklama da nakit para dediğin için karşı çıktım ben
 
@Ferhat Elçi Ah be kardeşim benim benim üzüldüğümde tam senin dediğin ülkemizdeki örneklere mağdurların yaşadıkları ve maruz kaldıkları durumları görünce İnsan üzülüyor...
 
Adana’da geçtiğimiz pazar günü yapılan seçimlerde Ceyhan Ziraat Odası Başkanlığı görevine yeniden seçilen Muhammet Bulut (57), otomobilinin içinden başından vurulmuş halde ölü bulundu.

22213


Merkez Seyhan ilçesi Toros Mahallesi’nde Ceyhan Ziraat Odası Başkanı, Çukobirlik Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve aynı zamanda Ceyhan ilçesi Köprülü Mahallesi muhtarı Muhammet Bulut, iddiaya göre kendisini evinden almaya gelen özel şoförü A.Ş.’yi evin yakınlarındaki markete gönderdi. Bir süre sonra otomobile dönen A.Ş., Muhammet Bulut’u başından vurulmuş halde buldu. A.Ş.’nin ihbarı üzerine olay yerine çok sayıda sağlık ve polis ekibi sevk edildi. Yapılan incelemede Bulut’un hayatını kaybettiği belirlendi. Cumhuriyet savcısının yaptığı incelemenin ardından Bulut’un cenazesi otopsi için Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı.
 
"İş sağlığı ve güvenliği yasası tekrar görüşülmeli, imza konulan ulusal ve uluslararası sözleşmeler ışığında ortak bir mutabakatla yasa güncellenmeli ve kamu-özel ayırımı yapmadan tüm işyerlerinde hemen yürürlüğe konulmalıdır."

22214



2012 yılında, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması, mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerini düzenlemek amacı ile 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çıkarıldı. Yasa, kamu ve özel ayrımı yapmadan (birkaç istisna hariç) bütün iş ve işyerlerine, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerini, çırak ve stajyerler de dâhil olmak üzere tüm çalışanları kapsamaktadır.1

İşyeri tehlike sınıfları; 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) Kanunu’nun tehlike sınıfının belirlenmesi başlıklı 9. maddesi uyarınca; 31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 83. maddesine göre belirlenen kısa vadeli sigorta kolları prim tarifesi de dikkate alınarak İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürünün Başkanlığında ilgili taraflarca oluşturulan komisyonun görüşleri doğrultusunda, Bakanlıkça çıkarılacak tebliğ ile tespit edilir ve işyeri tehlike sınıflarının tespitinde, o işyerinde yapılan asıl iş dikkate alınarak düzenlenir.1
Yasada belirtildiği üzere işyerleri yaptıkları asıl iş dikkate alınarak “Az Tehlikeli”, “Tehlikeli” ve “Çok Tehlikeli” olarak sınıflandırılırken işyerlerinde yetkilendirilecek olan İş Güvenliği Uzmanları da A, B ve C Sınıfı İş Güvenliği Uzmanlığı Belgesine sahip olmalarına göre sınıflandırılmıştır.
6331 sayılı kanunun 8/5. maddesi “İş güvenliği uzmanlarının görev alabilmeleri için; çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde A sınıfı, tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde en az B sınıfı, az tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde ise en az C sınıfı iş güvenliği uzmanlığı belgesine sahip olmaları şartı aranır. Kanunun geçici 4. maddesinde ise “Bu Kanunun 8. maddesinde belirtilen çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde A sınıfı belgeye sahip iş güvenliği uzmanı görevlendirme yükümlülüğü, 01.01.2020 tarihine kadar B sınıfı belgeye sahip iş güvenliği uzmanı görevlendirilmesi; tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde ise B sınıfı belgeye sahip iş güvenliği uzmanı görevlendirme yükümlülüğü, 01.01.2019 tarihine kadar C sınıfı belgeye sahip iş güvenliği uzmanı görevlendirilmesi kaydı ile yerine getirilmiş sayılır” şeklindedir.2

Yasa üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmaz ise C sınıfı iş güvenliği uzmanlarının, tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerine hizmet verebilmesi 01 Ocak 2019 tarihi itibarıyla sona erdi ve B sınıfı belgeye sahip iş güvenliği uzmanlarının çok tehlikeli sınıftaki işyerlerinde yetkilendirilmesi 01 Ocak 2020 tarihi itibarı ile sona erecek.

01 Ocak 2019 tarihinden bu yana C sınıfı iş güvenliği uzmanları sadece az tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerine hizmet verebiliyor. Bu nedenle bazı işverenlerin tehlikeli sınıftaki işyerlerine hizmet veren C sınıfı iş güvenliği uzmanlarını işten çıkarmaya başladığı, bakanlığın da “İSG Kâtip” programı üzerinden tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde yetkilendirilen C sınıfı iş güvenliği uzmanlarının yetkilendirmelerini sistemden düşürdüğü haberleri gelmeye başladı. İşyerlerinin tehlike derecesi ve işyeri çalışan sayısına göre zamana yayılan 6331 sayılı yasa yürürlüğe girdiği tarihten bu yana tam olarak uygulanamadığı gibi, altyapı yetersizlikleri bahanesi ile patronlar lehine birçok defa ertelendi veya yasanın içeriğinde sürekli değişiklikler yapıldı.

12.7.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı kanunun 56. Maddesinde “6331 sayılı Kanunun 38. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, 4857 sayılı İş Kanununun mülga 81. maddesi kapsamında çalışanlar hariç kamu kurumları ile 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için 1.7.2016 tarihinde” şeklinde değiştirildi.3

20.08.2016 tarih ve 6745 sayılı kanunun 71. Maddesi “20.6.2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 38. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “1.7.2016” ibaresi “1.7.2017” şeklinde değiştirildi”4
01.07.2017 tarih ve 7033 sayılı kanunun 85. Maddesinde; 20.6.2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun;
a) 6. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “10’dan az” ibaresi “50’den az” şeklinde,
b) 15. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “10’dan az” ibaresi “50’den az” şeklinde,
c) 30. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (6) numaralı alt bendinde yer alan “10’dan az” ibaresi “50’den az” şeklinde değiştirildi.
86. Maddesinde de 6331 sayılı Kanunun 38. maddesinin birinci fırkasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “1.7.2017” ibaresi “1.7.2020” şeklinde değiştirildi.5
AB ve ILO normlarına uyum amacı ile hazırlanan 6331 sayılı kanun, sermayenin çıkarı doğrultusunda sürekli değiştirilmiş ve ötelenmiştir. Son olarak 7033 sayılı kanun ile az tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde yürütülen İSG hizmetlerinin işveren tarafından yürütülmesinin kapsamı genişletilmiş, 10’dan az çalışanı bulunan işyerlerinin kapsamı 50’den az çalışan şeklinde değiştirilmiş, kamu işyerleri ile 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan özel sektör işyerlerinde işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı görevlendirme yükümlülüğü de 01 Temmuz 2020 tarihine ertelenmiştir.
Yine işverene “işe giriş ve periyodik muayeneler ve tetkikler” hariç tüm hizmetleri yürütmesi yetkisi verilmiştir. Yani 50’nin altında çalışanı bulunan az tehlikeli işyerlerinde belirli teknik alanlardan mezun olan, alınan eğitim ve yapılan sınav sonucu yetkilendirilebilen İş Güvenliği Uzmanlarının yapabileceği işlemleri işveren veya işveren vekili kendisi yapabilecek. Ayrıca İSG hizmetlerinin işveren tarafından yürütülmesi halinde onaylı defter tutma zorunluluğu da kaldırılmıştır. Böylece herhangi bir denetim durumunda işverenin yükümlülüğü de ortadan kaldırılmaktadır.6
Zaten TOBB 74. Genel Kurulu’nda konuşan ve yeniden TOBB Başkanı seçilen Rifat Hisarcıklıoğlu’nun “İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu, bunları kaldırttık” demesi ve konuşmasının sonunda işçilere karşı işverenlerden yana taraf koyanlara teşekkür etmesi bunun itirafı niteliğindedir.7
2018’te açıklanan TÜİK verilerine göre Türkiye’de 28.971 milyon çalışan8 ve yüzde 34 civarında kayıt dışı istihdam var.9 TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken 2018 yılı Eylül sonu itibarıyla sicile kayıtlı 1 milyon 870 bin 677 işyeri bulunduğunu belirtirken10 TESK’e göre ülkemizde yaşanan iş kazalarının yüzde 40’ı 1-3 kişi çalıştıran işletmelerde, yüzde 73’ü ise 1-50 kişi çalıştıran işletmelerde meydana gelmektedir.11
2012 yılında çıkarılan iş sağlığı ve güvenliği kanununa, iş sağlığı ve güvenliğinin akademik olarak gelişim sağlaması için üniversitelerde açılan ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora programlarına, yayımlanan kamu spotlarına, afiş ve broşürlere; iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak sahada aktif olarak çalışan binlerce OSGB ve on binlerce profesyonele, “Hedef sıfır kaza” kampanyalarına… rağmen AKP’li yıllarda iş kazaları, meslek hastalıkları ve işçi cinayetlerinde artış olması tesadüf olmamalı.

Çünkü;
Siyasi iktidar emeğe karşı sürekli sermayenin yanında saf tuttu; sermaye sahiplerinin daha fazla kazanması için teşvik etti ve işçilere karşı daima patronlardan yana tavır aldı.
2012 yılında çıkarılan ve aşama aşama yürürlüğe girmesi beklenen 6331 sayılı yasayı sermaye lehine sürekli öteledi ve bazı maddelerini patronların istediği şekilde değiştirdi.
İş kazalarının büyük çoğunluğunun 50’den az çalışanı olan işyerlerinde yaşanmasına rağmen 50’den az çalışanı olan az tehlikeli işyerlerinde İSG hizmetlerinin işveren veya işveren vekilince verilmesini onayladı.
Eğitiminden uygulama şekline kadar her alanda iş sağlığı ve güvenliğini, üzerinden para kazanılan bir sektör haline getirdi.
İSG profesyonelleri patron, bakanlık ve mahkemeler arasında sıkıştırdı.
İlan edilen OHAL ile temel hak ve ücret talep etmek isteyen işçi grevlerini, yapılmak istenen açıklamaları yasakladı; sonra da bu yasakları patronların karşısında öve öve bitiremedi.
Derinleşerek devam eden siyasal ve ekonomik krizde patronların toplu olarak işçi çıkarmasına ses çıkarmadı, işten çıkarmalara karşı işçi lehine çaba göstermedi.
Güvencesiz, esnek ve kayıt dışı çalışmanın her geçen gün artarak devam ettiği bir ortamda yaşanan iş kazaları, meslek hastalıkları ve işçi cinayetlerine “bu işin fıtratında var” diyen, yaşamını yitiren işçilerin ardından ise “kader” sözüyle ölümleri normalleştirmeye çalışan yine AKP oldu.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün 2002 yılında hazırladığı “Güvenlik Kültürü Raporu”na göre, meslek hastalıklarının tümü ile iş kazalarının yüzde 98’i önlenebilirdir ve kabul edilmiş normlara göre, çalışan nüfusun binde 4’ü ila 12’si arasında meslek hastalığı tanısı koyulması beklenmektedir.12 Eurostat ve SGK verilerine göre ise Türkiye 2012 yılında, yani ölüm sayısının az göründüğü bir yılda bile ölümlü iş kazalarında Avrupa birincisidir. 2013-2015 verilerinde de durum aynıdır13 ve AKP’nin iktidarda olduğu 2003-2018 yılları arasında en az 22.188 işçinin işçi cinayetlerinde yaşamını yitirdiği açıklanmaktadır.14,15
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) işçi sağlığını, “Çalışan tüm insanların fiziksel, ruhsal, moral ve sosyal yönden tam iyilik durumlarının sağlanmasını ve en yüksek düzeylerde sürdürülmesini, iş koşulları ve kullanılan zararlı maddeler nedeniyle çalışanların sağlığına gelebilecek zararların önlenmesini ve ayrıca işçinin fizyolojik özelliklerine uygun yerlere yerleştirilmesini, işin insana ve insanın işe uymasını asıl amaçlar olarak ele alan tıp bilimidir” şeklinde tanımlamaktadırlar.13
Ancak AKP iktidarı yasaları işçiler aleyhine sürekli değiştirerek, patronlardan yana tavır alarak, torba yasalarla işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri sunumunu özel sektörün insafına bırakmış, işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetlerini ticari bir danışmanlık faaliyeti haline getirmiştir.

Peki, ne yapmalı? Nasıl yapmalı?
TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nın Mart 2018’de yayımladığı işçi sağlığı ve iş güvenliği raporuna göre Türkiye’de 77 bin 474’ü C sınıfı, 15 bin 431’i B Sınıfı, 17 bin 664’ü A sınıfı olmak üzere toplam 90 bin 433 iş güvenliği uzmanı ve 34 bin 544 işyeri hekimi ile 13 bin 229 diğer sağlık personeli sertifikasına sahip İSG profesyoneli bulunmakta.13
Eğitiminden uygulanma şekline kadar İSG’nin üzerinden para kazanılacak bir alan olarak görülmemesi, bunun sorumluluk gerektiren, yasal, ahlâkî ve vicdanî bir alan olduğu bilinmelidir. Alan ile ilgili olarak her üniversitenin ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora programı açması önlenmeli, ihtiyaç kadar İSG profesyonel adayının eğitim alması sağlanmalı, umut tacirliği yapılmamalı ve yeni işsizler ordusu yaratılmamalıdır.
Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri (OSGB) kapatılmalı, İSG profesyonelleri kamu çalışanları gibi çalışmalı, ücretleri de belli bir standarttan ve kamu tarafından ödenmelidir. Çünkü OSGB’lerin kuruluş şekli, amacı ve hizmet verme şekli işçi sağlığı ve güvenliği uygulamalarını iyileştirecek bir zihniyete sahip olmadığı gibi, mağduriyetlerin yaşanmasına da neden olmakta. Ücret konusunda doğrudan veya dolaylı olarak patrona bağımlı olan İSG profesyonelleri de işlerini tam olarak yapamamaktadır.

Tüm muhatapların katılımı ile iş sağlığı ve güvenliği yasası detaylı olarak tekrar görüşülmeli, BM, AB, ILO vb. imza konulan ulusal ve uluslararası sözleşmeler ışığında ortak bir mutabakatla yasa tekrar güncellenmeli ve kamu-özel ayırımı yapmadan tüm işyerlerinde hemen yürürlüğe konulmalıdır.

50’den fazla çalışanı olan bazı işyerlerinde, işverenler maliyet ve sorumluluklardan kaçmak için çalışan sayısını 49’u geçmeyecek şekilde, bir nevi çalışanları taşeronlaştırmakla, hizmet satın alma adı altında işleri alt işverenlere dağıtmaktadır. Böylece bir işyerinde çalışan sayısı 49’u geçmeyecek şekilde birkaç firma çalışabilmekte. Bu tür yaklaşımları engellemek için işyerleri toplam çalışan sayısı üzerinden değerlendirilmelidir.
İşverenin İSG hizmetlerini yürütmesi, kendi kendini denetlemesi mümkün değildir; çünkü sermaye için İSG “yüktür”, bundan kurtulmaya çalışır; işverenin amacı sermayesini büyütmek, çoğaltmak ve katlamaktır. Sermaye için ötelenen ve değiştirilen maddeler ilk haline getirilmeli, İSG hizmetleri işverenin insafına bırakılmamalı, hizmetler eğitimli, donanımlı, tecrübeli ve sertifikalı profesyoneller tarafından sağlanmalıdır.
Kayıt dışı, esnek, güvencesiz çalışma engellenmeli, herkese çalışabileceği uygun bir iş, kendisi ve ailesi için “insan onuruna yaraşır” âdil ve elverişli bir ücret sağlanmalı; çünkü işçi sağlığı ve iş güvenliği işçinin beslenmesinden barınmasına, fiziksel ve ruhsal sağlığından çalışma koşullarına, örgütlülüğünden işe geliş-gidişine, eğitiminden sağlığına, sosyal yaşamına işçinin yaşamını bir bütün olarak ilgilendirmektedir. İş güvenliğini sağlamak hem yasal bir yükümlülüktür hem vicdani bir sorumluluktur. İş güvenliğini sağlayarak iş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemek, oluşması muhtemel kayıpları ödemekten hem daha kolay hem daha ekonomik hem de insanîdir.
 
Türkiye'de marketlerde kullanılan plastik poşetlerin ücretli hâle gelmesinin ardından bazı marketler dayanıklı plastik poşetler satarken bazı sivil toplum kuruluşları da bez çanta dağıttı.
Peki çevreye en az zarar veren poşet veya çanta türü hangisi? Çevreyi düşünen tüketiciler ne tür bir poşet veya çanta tercih etmeli?
Bu soruların cevabını bulmak için şu dört soruyu yanıtlamak gerekiyor:
  • Poşet veya çantanın üretiminde ne kadar enerji harcandı?
  • Ne kadar dayanıklı, kaç defa kullanılabilir?
  • Geri dönüşümü ne kadar kolay?
  • Doğaya kolay karışıyor mu?
'Dört katı enerji gerekiyor'
Kuzey İrlanda Meclisi'nin 2011'de yaptığı bir araştırmaya göre bir kesekağıdını üretmek için gereken enerji, plastik poşet için gereken enerjinin dört katı.
Petrol rafinerilerinin atıklarından yapılan plastik poşetlerin aksine kese kağıdı için ormanların kesilmesi gerekiyor. Üretim sürecinde de plastik poşetlere kıyasla daha fazla kimyasal kullanılıyor.
22215

Kese kağıdının ağırlığı tek kullanımlık plastik poşetten daha fazla. Bu yüzden üretildikten sonra nakliyesi sırasında daha fazla enerji kullanımına ve dolayısıyla karbon ayak izine yol açıyor.
İklim değişikliğiyle mücadele için kese kağıdı yapımında kesilen ormanların yerine yenilerinin dikilmesi gerekiyor.
2006 yılında İngiltere Çevre Ajansı, çeşitli poşet ve çantaları karşılaştırmış ve sıradan tek kullanımlık plastik poşetlere kıyasla çevreye daha az zararlı olmaları için kaç kere kullanılmaları gerektiğini incelemişti.

22216



Araştırmaya göre kese kağıtları en az üç, düşük yoğunluklu polietilenden yapılan dayanıklı plastik poşetler dört, dokusuz kumaş denen plastik çantalar 11, bez çantalar ise 131 kere kullanmak onları tek kullanımlık plastik poşetlerden daha az zararlı kılıyor.
Pamuklu kumaştan yapılan bez çantaların 131 tek kullanımlı plastik poşet kadar doğaya zarar vermesinin nedeni üretim sürecinde ve pamuğun yetiştirilmesi sürecinde gereken yüksek enerji.
Poşetler arasında çevreye en az zarar vereni kese kağıdı. Fakat kese kağıdını, tek kullanımlı plastik poşetten daha az zararlı olması için en az üç kere kullanmak gerekiyor. Kese kağıdı böyle bir yükü kaldırabilir mi?
Kese kağıtları dayanıklı plastik poşetler kadar güçlü değil ve yırtılma ihtimali daha fazla, özellikle de ıslandığında.
Bu nedenle Çevre Ajansı "Dayanıksızlığı nedeniyle kese kağıdının gereken sıklıkta kullanılması son derece düşük bir ihtimal" diyor.
Bez çantalar diğerlerine kıyasla üretiminde en fazla karbon salınan tür olsa da bunlar arasında en dayanıklısı.
Dayanıksızlığına rağmen kese kağıdının avantajı ise plastikten çok daha hızlı doğaya karışması, böylece doğayı kirletmemesi. Ayrıca plastiğe kıyasla geri dönümü daha fazla. Buna karşılık plastiklerin doğada çözünmesi 400 ile bin yıl arası sürebiliyor.
En iyisi hangisi?
Kese kağıtları tek kullanımlık plastiklerden daha çevreci olmak için daha az tekrar kullanıma sahip olsa da dayanıklılığı az. Tüketiciler kese kağıtlarını yeterince uzun süre kullanamazsa çevreye daha fazla zarar vermiş olurlar.
Northampton Üniversitesi'nde sürdürülebilir atık yönetimi üzerine çalışan Profesör Margaret Bates'e göre türü ne olursa olsun poşetlerin doğaya etkisini azaltmanın en etkili yolu onları olabildiğince çok kullanmak.
Çoğu insan alışverişe çıkarken tekrar kullanılabilir plastik poşetlerini yanlarına almayı unuttuğu için daha fazla plastik poşet satın alıyor.
Bu durum çevreye kağıt, plastik veya bez arasında yapılacak seçimden çok daha fazla zarar veriyor.
 
İzmir’in Gediz Deltası hakkında çalışan 12 akademisyen bir araya gelerek deltanın sorunları ve koruma öncelikleri konusunda çağrıda bulundu.
Gediz Deltası’nda yaşayan canlıların durumlarını, deltaya ve deltada yaşayan canlılara yönelik tehditleri ve çözüm önerileri üzerinde bir çalışma gerçekleştiren 12 akademisyen ve araştırmacı bir rapor yayınladı.
Gediz Deltası barındırdığı biyolojik çeşitlilik ve İzmir gibi bir metropolle iç içe geçmiş olması sebebiyle dünyadaki eşsiz doğal yaşam alanlarından biri. Türkiye’deki 14 Ramsar Alanı’ndan biri. Aynı zamanda doğal ve arkeolojik sit olarak koruma altında. Deltada üreyen tepeli pelikan, flamingo, küçük kerkenez ve karagagalı sumru gibi kuşlar, alanın dünya ölçeğinde önemli bir Önemli Doğa Alanı (ÖDA) ve Önemli Kuş Alanı (ÖKA) olarak kabul edilmesini sağlıyor.
Delta, dünyadaki en büyük flamingo kolonilerinden birine ev sahipliği yapıyor. Kuşların yanı sıra, farklı sürüngen, memeli, çift yaşamlı ve bitki türleri de Gediz Deltası’nda yaşıyor. Bu türler arasında nesli dünya ölçeğinde tehlike altında olan Akdeniz foku ve Caretta Caretta deniz kaplumbağası da yer alıyor. Öte yandan Gediz Deltası tüm Ege Denizi’ndeki en önemli balık yavrulama ve beslenme alanlarından biri.
22222


8 Şubat’ta yayımlanan sonuç bildirgesine göre UNESCO’nun dört Dünya Doğa Mirası kriterinin tamamını sağlayan Gediz Deltası birçok tehditle karşı kaşıya bulunuyor. Uzmanlar, Gediz Deltası’nın varlığını sürdürebilmesi ve gelecek nesillere hiçbir zarar görmeden aktarılması için alanın koruma derecelerinin güçlendirilmesi ve UNESCO Doğa Mirası ilan edilmesi başta olmak üzere, pek çok konuda ivedi adımlar atılmasını öngörüyor.
 
Kartepe Eşme Mahallesi'nde bulunan Maden Deresi havzasındaki çöp depolama alanında dağ gibi çöp birikti. Özellikle yağmur sonrası Maden Deresi'ne karışan çöp suları yaklaşık 2 kilometre aşağında bulunan içme suyu kaynağı olan Sapanca Gölü'ne akması insan sağlığını tehdit ediyor.

22224

Kocaeli'nin Kartepe ilçesinde bulunan çöp depolama alanı tehlike saçıyor. Yağmurlu havalarda çöp suları önce dereye sonra da içme suyu olan Sapanca Gölü'ne akıyor. Çevre Mühendisleri Kocaeli Şube Başkanı Sait Ağdacı, Çöpler ortada, dolayısıyla yağmurun etkisi ve diğer meteorolojik koşullarla çöplerin o sızıntı suyu toprağa, aşağıdaki yer altı sularına ve içme suyu kaynağı olan Sapanca Gölü'ne taşıyor dedi.
Bölgede oluşturulan vahşi depolama alanındaki çöplerin içme suyunun kirlenmesine neden olduğunu söyleyen Çevre Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesi Başkanı Sait Ağdacı, "Çöpler, evsel atıklar vahşi depolama dediğimiz sistemle buraya belediye marifetiyle getirilmiş ve burası bir çöplük olmuş. Düzenli depolama alanı değil, vahşi depolama burası. Düzenli depolamada killi ortama, yani su geçirmeyen ortama kadar inilir. Üzerine membran çekildikten sonra onun üzerine atıklar bırakılır. Ama bu atıklar bırakıldıktan sonra çöpün sızıntı suyunun drenaj devreleri döşenir ki o su yeraltı sularına, su havzasına veya akarsulara karışmasın diye. Vahşi depolamada böyle bir şey yok" dedi.

Sapanca Gölü'nün içme suyu kaynağı olduğunu belirten Ağdacı şöyle konuştu:
"Çöpler ortada, dolayısıyla yağmurun etkisi ve diğer meteorolojik koşullarla çöplerin o sızıntı suyu toprağa, aşağıdaki yeraltı sularına, su havzasına ve dereye karışıyor. Buradaki dere Sapanca Gölü'ne ulaşıyor. Bu almış olduğu evsel atıktan ötürü kirlenmiş olan suyu Sapanca Gölü'ne taşıyor. Sapanca Gölü su kaynağı. Dolayısıyla oradaki içme suyunun da kirlenmesine sebep oluyor."

22225

"YAĞMURLA BERABER HER TÜRLÜ PİSLİK DEREYE KARIŞIYOR"
Çöplerden akan pis su nedeniyle derenin renginin değiştiğini söyleyen semt sakinlerinden Adnan Sönmez, "Bu çöplerin nereden geldiği belli değil. Kartepe Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi taşıyor. Bazen şahısların taşıyıp getirdikleri de oluyor. Gece taşıyanlar da var. Burası 24 saat atık atılan bir bölge oldu. Sadece evsel atık değil. Burada kimyevi atıklar da, fabrika atıkları da, hafriyat da var. Aklınıza ne geliyorsa. Mesela birisi bir bina mı yıktı veya bir yerde fabrika kalıntısı mı var Getirip buraya atıyorlar. Biz buradaki sıkıntıyı birkaç senedir dile getiriyoruz ama herhangi bir sonuç alamadık. Bu pisliğin dereye karışmaması mümkün değil. Dereyi takip ettiğinizde 2 kilometre sonra Sapanca Gölü var. Şu anda durum içler acısı. Yağmurla beraber buradaki her türlü pislik dereye karışıyor. Çöplerden gelen pislikten dolayı derenin rengi değişiyor. Biran önce bu çöplüğün buradan kaldırılması lazım" diye konuştu.
 
Zonguldak’ta Milli Egemenlik Caddesi üzerinde bulunan bir alışveriş merkezi inşaatından çıkan hafriyatlar kepçe ile denize döküldü, vatandaşlar denizin kirletildiğini saniye saniye görüntüledi.
Alışveriş Merkezi’nin önünde devam eden inşaat çalışmasında çıkan hafriyat kamyonla taşınmak yerine kepçe ve dozer ile Kızlar Plajı’nın bulunduğu alana döküldü.
O anlar ise saniye saniye vatandaşın kamerasına yansıdı. Vatandaşlar, “Denizi hafriyatla dolduruyorlar. Bunu şehrin göbeğinde nasıl yapabilirler anlamış değiliz.
Denizin kirlenmesine kimse izin veremez. Gereği neyse yapılmalı” dedi.
Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü ekiplerinin olay yerine giderek inceleme yaptıkları öğrenildi. Ekiplerin olay yerine ulaştıklarında çalışma olmadığı, yarın yeniden inceleme yapılacağı bildirildi.

222312223222233
 
Ekoloji Birliği Ege Bölge Toplantısı’nda Aydın, Muğla,Denizli ve İzmir’in dört bir yanından gelen ekoloji direnişçileri mücadele deneyimlerini paylaştı.

22235


Toplantıya Ege Bölgesinde son yıllarda artan JES ve madencilik karşıtı mücadelelerden köylülerin katılımı dikkat çekerken, Aydın kent merkezinden katılımın az olması toplantıya katılan direnişçi köylüler tarafından eleştirildi. Kızılcaköy, Başköy, Yatağan Turgut, Yılmaz Köy’den gelen kadınlar coşku içinde gerçekleştirdikleri mücadele deneyimlerini anlattılar.Toplantıya Aydın’da son dönemlerde mücadele veren Kızılcaköy, Başköy, Yılmazköy, Dereağzı, Germencik köylüleri, Muğla Yatağan Turgut ve Gökgedik köylüleri, Ayvalık Tabiat Platformu, Turgutlu Çevre Derneği, Karaburun, Foça, Yeni Foça, Kazdağı, Çine, Kuşadası Kirazlı Ekoloji Derneği, Söke den ekoloji gönüllüleri, Menderes İnisiyatifi Denizli Bileşeni Temsilcileri,Denizli Çal Çiftçiler Platformu temsilcisi, Ödemiş Küçük Menderes Havzası Koza Hareketi Derneği,Salihli Hacıbektaş köylüleri, gibi yerlerden ekoloji örgütleri ve yaşam savunucuları geldi.

Ekoloji Birliği, Ege Bölge Toplantısı’nı Aydın’da gerçekleştirdi. Aydın, Muğla ve İzmir’in dört bir yanından gelen yerel ekoloji direnişçileri sorunlarını ve birlikte mücadeleyi konuştu.

Aydın Şükran Güngör Sahnesinde gerçekleştirilen toplantının açılışını AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili yaptı. Yaşam alanlarına yönelik sermaye saldırısının en yoğun hissedildiği yerlerden birisi olan Aydın’da Ekoloji Birliği bölge toplantısının gerçekleştirildiğini belirten Vergili, “Biz birleşerek, dayanışmayla topraklarımızı koruyacağız. Bu artık bir yaşam mücadelesi. Yerel seçimlerde yaş alanlarımızı kirletmek isteyenlere gerekli yanıtı vereceğiz” dedi.

Ekoloji Birliği Eş Dönem Sözcüsü Süheyla Doğan Ekoloji Birliğinin Bergama ve Eskişehir Toplantıları ile kurulduğunu ve geçtiğimiz aylarda Ankara’da meclisini topladığını belirtti. Ülkede gelişen ekolojik olaylara ve hükümet politikalarına karşı anında refleks gösteren bir örgütlenme süreci içinde olduklarını ve bunun etkisini her geçen gün daha çok gösterdiğini ifade eden Doğan, yapılan basın açıklamaları ile ilgili bilgiler verdi. Ekoloji Birliği’nin Karadeniz’le, Akdeniz’deki, Van’la Trakya’daki ekoloji mücadelelerini birleştirmeyi hedeflediğini belirten Doğan, “Şu an 60 bileşenimizle ülkenin dört bir yanındaki ekoloji hareketlerinin mücadelesini birleştirmeye çalışıyoruz” dedi. Doğan, Kazdağı’ndaki ekoloji mücadelesinde olan bitenleri de aktardı.

Çepeçevre Yaşam programının Ege’deki ekoloji mücadeleleri seçkisi alkışlarla izlendi.

Çepeçevre Yaşam programının Ege’deki ekoloji mücadeleleri seçkisinden sonra siyasi parti temsilcileri ve kurum temsilcileri toplantıyı selamlayan kısa konuşmalar yaptı. Yapılan konuşmaların ardından Forum kısmına geçildi. Forumun ilk bölümünde Ege bölgesindeki ekoloji mücadeleleri, sorunlar, gelişen süreçler ve mücadelenin şu anki durumuna dair yerel mücadelelerden deneyimler aktarıldı. Moderatörlüğünü EGEÇEP Dönem Sözcüsü Berrin Esin Kaya ve Tire Başköylülerin Sözcüsü Sami Şengün tarafından yapılan forum gerçekleştirildi. Forumda katılımcılar mücadele deneyimlerini paylaştılar.

Konuşmalardan bazıları şöyle:

Leyla Çiyanşen (Kızılcaköy):

Topraklarımızın yarısını otoban aldı diğer yarısını da JES’ler almak istiyor. Burası bizim yaşam alanımız. Burası JES olmayacak. Kimse bizim fikrimizi almadı, ne diyorsunuz demedi.

Köylü efendi diyorlar, biz yetiştireceğiz, onlar yiyecek. Ayağımızı basacak toprak bırakmadınız memlekette. Hepimiz gözümüzü açacağız, akıllı olacağız. Köylüysek akılsız değiliz. Ayaklanacağız Ankara’ya yürüyeceğiz, hakkımızı öyle arayacağız. Benim adamın arabasına ben koşuyorum diye trafik ceza yazıp duruyor. Polisle jandarma hepsi karşımızda. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?

Yukarıdan emir geliyor ama yukarıdan kimse gelip de siz bize ne diyorsunuz demedi. Bize yağımızı basacak toprak bırakmadılar. Sahillerin en güzel yerleri onların, her yerin en güzelleri onların. Bizim bir karış toprağımıza sırf büyük sermaye ceplerini dolduracak diye göz koydular. Konuşuyorum diye ceza yazıyorlar. Öderim. Ama polislerle jandarmayla karşılaştık. Hepsi karşımızda. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Bir karış toprağımız yok mu bizim? Ne yapacağız gerekirse yolları kapatacağız Ankara’ya Meclis’e gideceğiz. Bize bizden başkasının faydası yok. Bizim davamızın partilerle ilgisi yok biz halk hareketiyiz” şeklinde konuştu.

Kuşadası Kirazlı Ekoloji Derneği:

“İlk mücadelemiz 2005 yılında Kuşadası Belediyesinin belediyesinin köyümüzde bulunan yer altı sularını 8 sondaj ile merkeze taşımaya kalkması ile başladı. Belediye o dönem çevre hareketinden insanlar ile birlikte elinde çiçekler ile bizi ikna etmeye geldiler. Biz mücadele amacımızı gelen çevrecilere anlatarak onları yanlış tarafta olduklarına ikna etmek ile başladı.İkinci mücadelemiz Kuşadasında Tansu Çiller için yapılmak istenen role yola karşı oldu.3. mücadelemiz ise Köyümüzde 6 tane maden şirketine kömür ocağı için izin verilmesi üzerine başladı. Biz hiç bir mücadelemizde dışarıdan destek almadık ama tüm mücadelelerimizi başarı ile sonuçlandırdık. Bunun ana nedeni köyde birlikte ve ısrarlı mücadelemizdir. Ancak vahşi kapitalizm topyekün saldırıya geçmiştir. Vahşi kapitalizmin bu saldırısı tek tek bölgelerin, bireylerin mücadelesi ile başarılacak durumda değildir. Şuanda ihtiyaç olan şey birlikte mücadele etmekten geçmektedir.”

Selahattin Bağlı (Koza Hareketi Derneği):

” Koza Hareketi olarak bir toplulukta ilk defa söz alıyoruz. Dernek olarak bölgemizde bulunan altın madenlerine karşı mücadele ile ekoloji mücadelesine başladık. Bozdağ altın madenine karşı havza mücadelesi verilerek altın maden şirketine ÇED raporunu engelledik. Bu süreç 2 yıl boyunca devam etmiştir. 2 yıl boyunca basında yer almasada polis, jandarma v.b. müdahaleler ile bizlerde karşı karşıya kaldık. Ama ısrarlı mücadelemiz sonucu mücadeleyi kazanım ile sonuçlandırdık. Şimdi ise bölgemizde bulunan Kiraz, Beydağ ve Ödemişte 6 ayrı alanda JES yapılacaktır. Buna karşı hepimizin amacı birlikte hareket edebilmek ve sermaye güçlerine karşı yaşam alanlarımızı korumaktır. Kızılcaköyün direniş çadırı gibi bir çadırı Ödemiş’in köylerinde biz kuracağız.”

Nurcan Ay Katırcı (Yeşil Artvin Derneği):

“Mücadelede kadın varsa kazanım vardır. Çünkü kadın kendi yaşam alanı için mücadele eder, inanarak mücadele eder. Artvin cerattepede 25 yıllık bir mücadele söz konusudur. Ben ve benim kuşağım mücadele içerisinden büyüdü. Biz orada 25 yıl boyunca iki tane yabancı şirketi deffettik ama en zorlu mücadelemiz 3. şirket olan hepinizin bildiği cengiz holdinge karşı verilen mücadeledir. Bize yani yaşam alanının yok olmasına karşı çıkan Cerattepelilere karşı devletin polisi, askeri tarafından en büyük saldırısı bu dönemde oldu. Bu mücadele 342 gün nöbet ile sürdü. Bu 342 gün boyunca düzenli dağın başına nöbetçiler göndererek bu mücadeleyi verdik. Mücadele varsa kazanım olur. Bizim sizden talebimiz yaşam alanlarınızı bırakmayın. Biz Artvin olarak canı gönülden sizlerin yanındayız.”

Ayşe Çetin (Yılmazköy):

Biz önce jeotermalin kötü bişey olduğunu bilmiyorduk. Bizi kandırdılar. Biz hastalık saçtığını farkettikten sonra mücadelemiz başlayalı 4 yıl oldu. Biz çocuklarımıza hasta toprak bırakmayacağız. Biz öğrendik artık. Biz Aydını bırakmayacağız.”

Ufuk Göçmen (Büyük Menderes Havzası Denizli bileşeni):

Denizli Menderes Havzası Denizli Bileşeni adına konuşan Göçmen “En sorunlu bölgelerden birisinden geliyorum. Sanayi çok iyi ama sanayinin bedeli olarak havzamız sanayi atıklarıyla kirletiliyor. Dinar’daki termik santral kurulduğunda Menderes suyunun Söke’ye akması mümkün olmayacak. Bizler önce öğrenmek için kendi içimizde tüm Denizliye açık toplantılar düzenleyerek çalışmalara başladık. Bu süreç içerisinde Denizli’de toplatılar yaptıklarını belirten Göçmen Menderes Havzası Denizli Bileşeni olarak daha geniş bir ekoloji mücadelesi vermek için kurumsal bir yapı oluşturmadıklarını belirtti.

Başköy Direnişi:

Başköyden gelen direnişçiler başarının nedeninin çocuk, yaşlı demeden kadınların öncülüğünde verilen mücadelede saklı olduğunu belirttiler. Bundan sonra köylerinde kendilerinden izinsiz ve habersiz hiç birşeyin yapılamayacağına değinin Başköylüler bu süreçte artık uyandıklarını ve her zaman mücadeleye hazır olarak beklediklerini belirttiler.

Muğla Yatağan Gökgedik Direnişçileri:

Muğla’nın Yatağan ilçesine bağlı Gökgedik köyünde, yurttaşların tek geçim kaynağı olan fıstık çamları, cam ve seramik sanayisinde hammadde olarak kullanılan felspat madenciliği için Global Holding bünyesindeki Straton Madencilik firması bölgede 4 yıldır felspat madeni çıkarıyor. Fıstık çamlarının yok edilmesine karşı direnen bir avuç köylü adına yapılan konuşmada köylüler” Bizler geçim kaynağımız ve yaşam alanımız olan çam ağaçlarının yok edilmesini istemiyoruz. Bunun için direniyoruz. Ancak şirket köylüleri işe alarak direnişi sürekli bölmektedir. Şimdi ise kendi içerisinde çalışan işçilerden bizim köyümüz ve çevre köylerde şirkete bağlı çalışan muhtar adayları çıkarmıştır. Askeri ve Polisi yanına alan şirket direnen köylülere sürekli baskı yapmakta ve korkutmaya çalışmaktadır. Köyde verdiğimiz direniş ne kadar bölünmüş olsa da bizler direnmeye devam edeceğiz. Sizlerden ve doğa gönüllülerinden beklentimiz mücadelemize destek olmanızdır.” diye konuştu.
 
Ilısu Barajı suları altında bırakılacak 12 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf’in silüeti, tarihi eserlerin taşınmasıyla silindi. İlçe sakinleri, tarihin zorla ellerinden alındığını ifade etti.
12 bin yıllık bir geçmişe sahip olan Hasankeyf, yapımı süren Ilısu Barajı suları altında bırakılacak olması nedeniyle 2019’a taşınamadı. UNESCO'nun tüm kriterlerini sağlamasına rağmen hükümet düzeyinde başvuru olmadığı için Dünya Mirası Listesi'ne alınmayan Hasankeyf’te, geride bırakılmak üzere olunan yıl içerisinde geri dönülemez bir yıkıma yol açıldı. Bölgede bulunan tarihi eserlerin büyük bir bölümü belirlenen başka bir alana taşındı. Bugüne kadar Eyyübi Camii, Artuklu Hamamı, Zeynelbey Türbesi, İmam Abdullah Zaviyesi, tarihi Roma Kapısı'nın yanı sıra tarihi minareler taşınma işlemi gerçekleştirdi. Bu eserlerin taşıma işlemi sırasında zarar görüp, görmediği konusunda ise net bilgiler yok.

Yapılan taşıma işleminin yanı sıra tarihi kaleye paralel inşa edilen set ile binlerce yıllık tarih betona gömüldü. Yapılan bu işlemler ile Hasankeyf’in tarihi silüeti bütünüyle silindi.

Bu Hasankeyfliler tarihlerinin ellerinden zorla alındığı.

'HASANKEYF KURTULABİLİR'

60 yıla yakın tarihi kaleye çıkan mağaralarda yaşadığını anlatan Mehmet Tarhan (66), ömrü ortalama 40-50 yıl olan bir baraj için binlerce yıllık tarihin sular altında bırakılmasına öfkeli.

İlçe sakinleri olarak tarihle iç içe yaşamaya devam etmek istediklerini söyleyen Tarhan, "Bakın ben mağarada dünyaya geldim. Orada elektrik, su yoktu belki ama biz mutluyduk. Bugün işimiz de aşımız da elimizden alınmış, mutlu değiliz. Varsın biz mutlu olmayalım ama Hasankeyf kurtulsun. Bugün burayı kurtarmak mümkün, çünkü barajın kotası bir iki derece aşağıya düşürülse o zaman Hasankeyf kurtulabilir" diye konuştu.

Tarhan, bölgedeki tarihi eserlerin taşınmasına dair hoşnutsuzluğunu ise, "Gül dalında güzeldir" diyerek dile getirdi. Tarhan, "Taşıma ile ne elde edilir ki? 40 yıl için binlerce yıllık bir kent darmadağın edildi. Yazıktır diyoruz. Baraj biter ama tarih bitmez. Camii götürmüşler, minareyi götürmüşler, bunlar çözüm değil. Nuh Peygamberin ikinci yerleşim yeridir burası, dünyanın ilk fakültesi dahi burada kurulmuştur" dedi.

22245

'TARİH ÇÖLÜN ORTASINDA'

Hasankeyf için belirlenen yeni yerleşim alanında yaşamak istemediğini belirten Yaşar Ayhan şunları dile getirdi: “Eskiden burada daha mutlu idik. Eksiklikleri vardı ama bu eksikliklerin giderilmesi için kimse ilgilenmedi. Bakın eskiden turist gelirdi buralara ve az çok karnımız doyardı. Bugün o da yok. Yeni Hasankeyf'te yaşamak istemiyoruz, çünkü orada aş da iş de yok. Yeni yerde tarih yok, tarih olmayan yere turist gelmez. Yeni yerleşim yerinde tarih çölün ortasında duruyor."

'BİZ KORUYAMADIK’

Yerli halk gibi Konya'dan Hasankeyf'i ziyarete gelen üniversite öğrencisi Aysun Bacak ise, tanık olduğu görüntü için “12 bin yıllık tarihin baraj altında bırakılmasını doğru bulmuyorum. Benim için tarih önemlidir. Sonuçta bu tarih bizim tarihimiz" diyerek tepkisini gösterdi.

Nefes almak için Batman’dan Hasankeyf'i sık sık ziyarete geldiğini söyleyen 17 yaşındaki Osman Sencar da, "Bizden sonraki nesil bu güzelliği göremeyebilir. Burayı koruyamadık diye nasıl yüzlerine bakacağız” dedi.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst