CMNet Okuru
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 23 Eylül 2015
elinde hesap makinesi, mali işlerden ismail hakkı beyin yanına oturan, saçları dökülmüş, yüzünde umutsuz bir tebessümle verilen sayıları verilen diğer sayılarla çarpıp sonucu virgülden sonraki üçüncü basamağa kadar söyleyen zavallı benim.
fen işlerinden faruk beyin bu "hakedişte tutanak eksik imiş, bütün imzalar tamam, ama şu tutanak örneğinden dört kopyayı diğer tüm kontrollere imzalatmak için bütün şehri bir defa daha baştan başa dolaşman gerekmekte, zaaaa xd" dediği talihsiz de benim.
belediyenin izbe bir koridorunda, yeni dönemde değişecek siyaset aktörlerinin yol açtığı belirsizlikten tedirgin, nereye yanaşacağını kestiremeyen, ne söyleyeceğini bilmeyen, masasının üstünde yerinden son 4 aydır milim hareket etmediğini müşahede ettiğim m. fethullah gülen kitabı ile belediyenin "turuncu tonları" ağırlıklı camekan dekorasyonu arasında gelgitler yaşayan "yavruların" ve "katiplerin" sakin görünümlü gergin sohbetlerini dinleyerek elindeki evraklara bakıp "bu sefer ne eksik çıkacak aceba son anda?" diye kendine sorup duran tedirgin de benim.
3 medium bölüm sonu canavarını ve hatta nihai bölüm sonu canavarını geçerek almaya hak ettiğim naçizane hakedişimi "basit" bir evrak kayıt memuruna "basitçe" imzalatırken "delgeçle a4 delgiçlemek" gibi son derece "memur işi" ve anlamak zorunda olmadığım bir faaliyeti, mezkur memurumuzun zahmet edememesi ve 3 sn. zamandan tasarrufu etmek istemesi sebebiyle, emrivakiyle icra eden aşırı vasıflı kırtasiye sorumlusu da benim. bu işi hakkıyla beceremediğimi gören bu tuhaf bıyık altından bana güldü, fark etmedim değil. şantiyede biri diğerine böyle müstehzi bakarsa etrafına kalıp dönüp üzerine beton dökeriz. o betonun pompasının bomunu pompa operatörüne verilen bi paket parlement sayesinde 5 dakikalığına kullanan çılgın operatör de benim. beton pompasının bomuyla çok tehlikeli olabilirim.
mukayeseli keşif cetvelinde hanginizin imzasının neden eksik olduğunu, parafın neden kaşelenmediğini ben bilemem. açın sorun kontrol arkadaşınız bi telefon uzağınızda. posta güvercini gibi beni oradan oraya yollamadan önce bi durun kontrol edin evrakınızı ayrıca.
makamınızdan başka yerde kendinizi güvende hissetmediğinizden en dandik imza işlerinde bile makamınıza gelmenizi saatlerce idari bina önünde arabamın içinde pinekleyerek beklerim, sorun değil. siz makamınız kadar varsınız. ben sizi beklediğim kadar yokum bu hayatta, çay bahçelerinde etrafı kesen arıza tiplerin arasında ben eksiğim çünkü siz beni keyfinize, boş yere bekletiyorsunuz. ben beklerken bergen dinleyip bali çekiyor, müslüm dinleyip kendime hafif kesikler atıyorum. siz onları kedi tırmığı sanıyorsunuz. bali kokusunu da iyicene havalandırıyorum tabii.
episodik anlatımla meramımı anlatmaya çalıştım, çözüm önerime geleyim, memur sevmem. memuriyetle alakalı nesneleri da sevmem (delgeç, paraf, sarı ve kırmızı çay markalarınız ve aralarındaki farklar, imza defteriniz, üst yazılarınız vs. .) o yüzden sempatinize mazhar olma çabasını beyhude buluyorum.
velhasılı, yani madem sevmiyorum sevemedim neden katlanayım di mi? şantiyede düz işçi olarak çalışan kaçak suriye göçmenlerinin arasında psiko şef olarak tanınıyorum, bazısı da bana şeflamingo diyor ama o ayrı. derin saygı ile yapıyorlar onu bile. zaten onlar şekersiz demli çay içene tuhaf bi saygı duyuyorlar, araplar, kürtler çok şekerli içiyor hacı, reçel mübarek. ben ise katran içmeyi severim. sizin kanınızı da içerim, kalbinizi de kahvaltımda yerim. bazen en üst kat tabliyesine çıkıp çömüyor, saatlerce ufka bakıyor ve başka hiçbir şey yapmıyorum. içimde fırtınalar kopup diniyor. memurlar, sebebim siz olmayın, o fırtınalar tornado olmasın. bu naçizane bir tavsiyedir.
zira artisliğinizi çekememeye başladım.
fen işlerinden faruk beyin bu "hakedişte tutanak eksik imiş, bütün imzalar tamam, ama şu tutanak örneğinden dört kopyayı diğer tüm kontrollere imzalatmak için bütün şehri bir defa daha baştan başa dolaşman gerekmekte, zaaaa xd" dediği talihsiz de benim.
belediyenin izbe bir koridorunda, yeni dönemde değişecek siyaset aktörlerinin yol açtığı belirsizlikten tedirgin, nereye yanaşacağını kestiremeyen, ne söyleyeceğini bilmeyen, masasının üstünde yerinden son 4 aydır milim hareket etmediğini müşahede ettiğim m. fethullah gülen kitabı ile belediyenin "turuncu tonları" ağırlıklı camekan dekorasyonu arasında gelgitler yaşayan "yavruların" ve "katiplerin" sakin görünümlü gergin sohbetlerini dinleyerek elindeki evraklara bakıp "bu sefer ne eksik çıkacak aceba son anda?" diye kendine sorup duran tedirgin de benim.
3 medium bölüm sonu canavarını ve hatta nihai bölüm sonu canavarını geçerek almaya hak ettiğim naçizane hakedişimi "basit" bir evrak kayıt memuruna "basitçe" imzalatırken "delgeçle a4 delgiçlemek" gibi son derece "memur işi" ve anlamak zorunda olmadığım bir faaliyeti, mezkur memurumuzun zahmet edememesi ve 3 sn. zamandan tasarrufu etmek istemesi sebebiyle, emrivakiyle icra eden aşırı vasıflı kırtasiye sorumlusu da benim. bu işi hakkıyla beceremediğimi gören bu tuhaf bıyık altından bana güldü, fark etmedim değil. şantiyede biri diğerine böyle müstehzi bakarsa etrafına kalıp dönüp üzerine beton dökeriz. o betonun pompasının bomunu pompa operatörüne verilen bi paket parlement sayesinde 5 dakikalığına kullanan çılgın operatör de benim. beton pompasının bomuyla çok tehlikeli olabilirim.
mukayeseli keşif cetvelinde hanginizin imzasının neden eksik olduğunu, parafın neden kaşelenmediğini ben bilemem. açın sorun kontrol arkadaşınız bi telefon uzağınızda. posta güvercini gibi beni oradan oraya yollamadan önce bi durun kontrol edin evrakınızı ayrıca.
makamınızdan başka yerde kendinizi güvende hissetmediğinizden en dandik imza işlerinde bile makamınıza gelmenizi saatlerce idari bina önünde arabamın içinde pinekleyerek beklerim, sorun değil. siz makamınız kadar varsınız. ben sizi beklediğim kadar yokum bu hayatta, çay bahçelerinde etrafı kesen arıza tiplerin arasında ben eksiğim çünkü siz beni keyfinize, boş yere bekletiyorsunuz. ben beklerken bergen dinleyip bali çekiyor, müslüm dinleyip kendime hafif kesikler atıyorum. siz onları kedi tırmığı sanıyorsunuz. bali kokusunu da iyicene havalandırıyorum tabii.
episodik anlatımla meramımı anlatmaya çalıştım, çözüm önerime geleyim, memur sevmem. memuriyetle alakalı nesneleri da sevmem (delgeç, paraf, sarı ve kırmızı çay markalarınız ve aralarındaki farklar, imza defteriniz, üst yazılarınız vs. .) o yüzden sempatinize mazhar olma çabasını beyhude buluyorum.
velhasılı, yani madem sevmiyorum sevemedim neden katlanayım di mi? şantiyede düz işçi olarak çalışan kaçak suriye göçmenlerinin arasında psiko şef olarak tanınıyorum, bazısı da bana şeflamingo diyor ama o ayrı. derin saygı ile yapıyorlar onu bile. zaten onlar şekersiz demli çay içene tuhaf bi saygı duyuyorlar, araplar, kürtler çok şekerli içiyor hacı, reçel mübarek. ben ise katran içmeyi severim. sizin kanınızı da içerim, kalbinizi de kahvaltımda yerim. bazen en üst kat tabliyesine çıkıp çömüyor, saatlerce ufka bakıyor ve başka hiçbir şey yapmıyorum. içimde fırtınalar kopup diniyor. memurlar, sebebim siz olmayın, o fırtınalar tornado olmasın. bu naçizane bir tavsiyedir.
zira artisliğinizi çekememeye başladım.